“Google'a 4 saat mühlet tanımak nedir ya. Resmen dünyanın
tinercisine döndük arkadaş, napıyorsunuz? Bağcılar'da yol keser gibi…” diyordu
sosyal medyada bir arkadaşımın arkadaşının arkadaşı. Valla teşekkürü bir borç
biliyorum. Öyle güzel, öyle yerinde bir çıkış. Duyguyu paylaşıyoruz.
Olayı biliyorsunuz. Sabah gözümüzü açtık ki hanaam feyzbıka
tivitıra yuuutıpa el koymuşlar. En az black-out kadar eğlenceli bir gündü
sosyal medya isyan geyikleri açısından. Yukarıdaki söz de böyle bir isyan. Gerçi
ben daha önce, uçakta gazetecinin Youtube’a girilemiyormuş sorusuna “yoo ben
girebiliyorum” diyenin üstüne tanımam komiklikte, olsun bizimkilerin de hakkını
yemeyelim. Adamlar Google’a süre verdiler. Oha! Bak aga! Aha buraya çizittim,
güneş şurdan şuraya varanası bana belgeynen gelmezsen köyü sataram ha! Zaten
141-142 başsııız şunun şurasında. Ben olmasam açsıııız.
O değil de DNS değiştirerek feyzbıka nasıl girilebilinilinir
haberini feyzbıktan paylaşarak kısır döngü konusunda tarihe geçen tüm arkadaşları
da izin verin buradan alkışlıyorum. Şşşt müdür, termodinamiğin birinci kuralı;
tırtıllar asla asla asla kahverengi bot giymezler, yaz bunu biyere.
Derken fark ettim ki feyzbık benim tablette dünü gösteriyor,
masaüstü bilgisayarda bugünü, cep telefonumda da yarını gösterir herhaldaysa
dedim ve konuyu kendim için kapattım. Vurdum kafayı uyudum. Zira hayatımdan bir
gün boyunca sosyal medyayı çalanlar, meselenin sosyal damarlarımızdan birinin
kesilmesi düzeyinde kaldığına inanadursun, ben ve hayran kitlem konunun
bambaşka boyutlara açıldığını biliyorduk. İşbu yazıyla “did you mean…” tadında bir
günortası sanahaber ile daha kapakarşısınız.
Bir fotoğraf düşünün; ülkenin bir kıdemli ünvanı oturmuş,
etrafına da okullu bebeleri oturtmuş, hep birlikte çipil çipil gülüyorlar.
Üzerine yapıştırılan yazı sayesinde caps olmuş, millet paylaşa paylaşa bi’hal
oluyor. Devr-i alem yapıyor sibernette. “Sonra çıktım makama, bana bak dedim,
saksı değilim ben!” (veya buna benzer bir şey.) Benim gözümde İlber Hoca’lı
capsleri daha komik. Tipik bir ve şimdilerde ResmiGaste denilen yeni fenomende
buna benzer bir dolu haber var. Doya doya gülebilirsiniz.
Şimdi de bir başka fotoğraf düşünün. Az geri gidin ama.
Günlerden geçen gün, yıllardan önceki senenin öncesi. İsrail Dışişleri Bakan
Yardımcısı Danny Ayalon, ziyaretine gelen Büyükelçi Oğuz Çelikkol’u kendi
oturduğundan daha alçakta bir koltuğa oturtarak diplomatik krize neden olmuş.
İsrail Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Yossi Gal da bize konuk olunca üslup erkan
konusunda tüy dikmiş küçük enişte makamındaki oturma düzenini değiştirtmiş,
İsrail heyeti için yeni koltuklar getirilmiş. Bütün koltukların yerden
yüksekliği birbiriyle eşit tutulmuş. İsrailli misafirlerine törkiş dilayt ikram
ederken “Türkler konuklarını böyle ağırlar” mesajı vermeye çalışmışmıştı küçük
enişte, bu amaçla demi plie* yaptı diyenler bile var valla ben onların
yalancısıyım! Bakaradan makara kukara yapabilen bir insan nihayetinde…
Bu ne rezillik diye ağzını açmak üzereyken sen, hemen lafını
balla keseyim; van minüt uluslararası krizinin ülkesinin evlatlarıyız biz. Bu bütün
bir içte kalmışlık, babama söylersem görersincilik, eylemcisine tivit atarak
kuul kalmaya çalışan valicikcilik, ayakkaplan girdiler diye neredeyse kapı
arkasına gidip ağlamacılık, bunlar ayyuka çıkalı 12 yıl olmuşturdur da böyle
ezikçilik yeni değildir. Çankaya’nın şişmanı, bunların alayına etik-edep-ar-ahlak
dersi verecek kadar bodur ama etkili bir silahtı, kıymet bilemediler. Öyle
acayip olaylara imza atmışlığı vardır ki şu an aranızda 40 yaşını geçmişlerin çocukluk
anısı tadında hatırladığı dönemlerdir. Eziklik, bizim damarlarımızdaki kan
kadar eskidir oysa. Türkiye’nin stratejik konumu kadar eski. Türkiye
kurulduğunda ona biçilen görev kadar da hayati önem taşır. Ancak eziklik daha
ilk devirlerindeyken, farkına varamayacağınız bir “özgüven eksikliği” suretindeyken,
bugün bir Yalan Dünya Zerrin’i ve Tülay’ının repliğinden ibarettir “ezikmiyiz
lan biz? Eziğiz tabiii” Bu ezikliğin bugünkü adı; pişkinlikle orta ateşte kavrulmuş
kabadayılıktır. Pişkinlikle sosa bulanmış yüzsüzlüktür.
Oysa bir ünlü insanın duruşu, ifade biçimi, söylemleri veya
siyaseti, ya da bazı başka nedenlerle hicvedilmesi normal bir durumdur. Bütün mizah
dünyası bunun üstüne kuruludur denebilir. İzahı olmayanın mizahı olur sözü ise
daha derinden başka bir acıyı hortlatır. Bir insanın, kimse hicvetmeden kendi
kendine, kendi yaptıklarıyla gülünecek hale gelmesi ama bu durumun izahının
olmaması acınacak bir durumdur.
Yukarıda verdiğim örneklerde ünlü isimler (çocuklarla
fotoğraf çektirmek, herhangi bir fotoğraf karesiyle caps olmak şeklinde),
düşünceleriyle ya da biryerlerde söyledikleri bir cümleyle (bazen de hiç
kendilerine ait olmayan cümlelerle) komik duruma gelebilmektedirler. Bu, izahı
olmadığından mizahı olan durum değildir. Ancak Google’a süre tanıma açıklaması,
koltuk yüksekliği meselesi ya da van minüt olayı, kendi başına olayın
gerçekleşmesi bakımından trajikomiktir, izahı yoktur ve mizahı boldur. Ancak
trajikomik çok da hoş bir durum değil ne dersiniz? Yani ağız dolusu gülebiliriz
ancak ağlayabiliriz de.
Gittiği günlerde bacak bacak üstüne atıp topuklu gün
ayakkabılarını böyle kırkbeş derece açıyla yere dikelterek “kısır iyi ama az
daha limontuzu ister bu” diyen Şaziye’ye, kıskançlıkla sorduğu kurabiye tarifi
için “valla ölçü kullanmıyorum şekerim, malzemeyi kulak memesi kıvamında
yoğuruyorum, böyle yuvarlayıp atıyorum fırına oldu bittiiii” diye yarım ağız
yanıt veren Melahat gibiyiz. Hepimiz daha iyisini yapabiliyoruz ama asla renk
vermiyoruz.
Hiçbirimiz, bu yazıyı okuyanların eminim hiçbiri, bu
örneklerdeki insanların ülkesinde olmak, o ülkenin bir parçası olmak istemiyor.
Ülke her yerinden sapır sapır dökülüyor, işte benim güzel ülkem diye göğsümüzü
kabartarak haykıramıyoruz. Eskiden “canım yazık kız” diye gülüp geçtiğimiz,
içsel içsel bizi onlardan bir üste taşıdığı için biraz da gurur duyarak
yerdiğimiz olaylar ve insanlar artık ağzımıza örnek diye alınamayacak kadar
aciz, ezik ve yüz kızartıcı.
Sokakta oynarken, hatırlayın, her türlü kavga çıkaran,
ufaklıklara sataşan, kolunun altında topla/iple gelen o şişman mızıkçı çocuğa
karşı birleştiğimiz zamanlar, o şişman mızıkçı çocuk bizden bi’numara olmayacağını
iyi biliyordu. Çünkü biz sadece o şişman mızıkçı çocuğa karşı olacağımız zaman
bir araya geliyor, sonrasında senin topun var, benim buyum yok, sen saklambaçta
kaçtın ben yakartopta yandım diye köşelerimize kaçışıveriyorduk. O yüzden o
şişman mızıkçı çocuğa karşı yapabildiğimiz tek şey, arada yolun aşşaasında
buluşup dedikodusunu yapmak ve oynayacak bir oyun bulsak bile ille de o
iple/topla oynayamadık o şişman mızıkçıyı alt edemedik diye öykünmekti. Yalan
mı? İçimizde kaldı lan! Hiçbirimiz de demedi ki biz bir aradayız asıl yalnız
kalan o. Gidelim diyelim ki bak kardeşim, bu mahalle bizim. Oynamak istiyorsan
adam gibi oyna. Yoksa tepeleriz seni. Biz kalabalııız taam mı? Hiç efelenme! Babamıza
söylersek görersin! Demedik. Diyeydik eyiydi.
Peki tamam. Çok güldük çok eğlendik de artık yeter. Vallahi
yeter. Mart kapıdan baktırmıyor kazma kürek de yaktırmıyor. Kriz kapıyı geçti. Ne
yapacağız? Gülmeye devam edelim, lakin orantısız zeka örneklerinin dışında bu
trajikomediye her açısından ve sadece gülerek baktığımızda, giderek ısınan suyun
içindeki kurbağa gibi yalnızca seyrediyor ve adım adım ölüyoruz. Ölüyoruz lan!
Nükleer santral ve dolayısıyla nükleer tehlike Japonya’dan gelene kadaaaar
deme, burnunun dibinde artık. Kuşbakışı fotolara bakıp “neyse azcık açmışlar
şurdan, bunlar giderse geri kalanı kurtarırız” diye sevinme; Kuzey Ormanları
gitti çoktan. Aman be Şekip, bir rahat izletmedin şu diziyi!
Melahat’in kurabiyesinin malzemelerini bilmiyoruz. Ama bir kıvamdan
bahsediliyor onu biliyoruz. Soralım o zaman; şşt müdür, kulak memesi kıvamına
geldi bu, napalım? Yıllar sonra çocuklarınız karşınıza geçip ayaklı Google gibi
“güzel bir dünya derken bunu mu demek istedin” diye sorunca yüzümüz kızarmasın
diye, kıvam bozulmadan fırına verelim derim. 180 derecede 45 dakika. Arada
çıkarıp tereyağı da sürersen dadından yinmez!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder