15 Aralık 2015 Salı

Call me if you dare ya da aklın varsa beni arama…

Işığı kapadım ve loşlukta yastığıma ulaşıp yorganı çekiştirip gözlerimi yumdum. O kadar uykum var ki ve etraf öyle sessiz ki uykunun birinci basamağına geçişim birkaç saniye sürdü, sürmüştür bence yani. Derken telefonun sesiyle irkildim. Beni uyurken aramayacaksın kardeşim… Uzun yıllar, pazar sabahları 11’e kadar, arama gafletinde bulunan birçok kişiyi bozuk para gibi harcadım, yalan yok. Mendeburluğun kitabını yazarım! Bütün hafta boyunca 6.45’ten sonra uyanabilecek olduğum tek zamanda gelen ve genelde hafta içine, öğleden sonraya veya akşamüstüne asla bırakılamayacağından emin olunan bir meseledir. Kesin! Mendeburluğum bu yüzden değil elbet. Tam ben uyumaya karar verdiğimde ya da uyuyorken (nasıl olur da bilmezsiniz ne zaman uyuyor olduğumu?) birinin ısrarla benimle konuşmayı seçmiş olmasına olan hıncımdan. Yahu bir kere de elini böğrüne koy ve de ki “kızcağız şimdi uyuyordur, mesaj atayım o beni arar…” Neyse ki yeni nesil telefonlarımız var da artık arama yapmak yerine “vatsaptan yazışıyoruz.” Bu beklentimin, “gözlerime bak ve ne düşünüyorum bil” ile aynı anlama geldiğinin farkındayım. Ama kim dedi ki normalim?

Yıllarca pazar sabahları beynimi yakan telefon sesi, sonraları günün her saatinde, beyaz yakalılığın veya ticaret yapmanın bir arızası olarak benliğime nüfuz ettiğinden başka bir yol seçtim. Deliyi adam edemiyorsam, adamı deli edecektim…

Son yıllarda 24 saat aktif çalışan, ne zaman uyuyacağını kendi de bilmeyen bir androide dönüştüğümden, artık bu konu sorun olmaktan çıktı. Akşamüstü arkadaşım aradı misal, daha efendimle uyuduğumu anladığı an, merhabaya fırsat bile bırakmadan “yarın şeyederiz beybi hoop sen uykuya hadi bakiyim” deyip kapattı. Nefis insanlar bayılıyorum bu kafalara. Keşke hepiniz onun gibi olsanız hııh! Dedim ya artık 7/24 ne zaman arasanız psikopata bağlayabiliyorum. O yüzden “Watch Out!” Oh mis ben!

Hah tam da konuyu şeyedecektim. Nerde kalmıştık? Yıllar önceydi, evet. Tam uykumun başlangıç düdüğü çalmıştı ki… Cep telefonları daha bırak akıllı sıfatını, kapaklı sürüme geçeli birkaç ay olmuş, ekranda saati dijital değil de analog formatta görüntülemek bazı modellerde bulunabilen janjanlı bir özellikken, henüz Skype doğmamış, düşün o derece! Gece 01.30 sularında çaldı telefon. Tam uzanıp yeşil tuşa basacağım, ekranda da tanımadığım bir numara var, anaam bu kim derken, kapandı. Ben de yanlış numaradır deyip gözlerimi tekrar yumdum. Yine çaldı. Bu kez gözlerimi açmadan uzandım, tam açacağım, yine kapandı. Birkaç saniye geçti geçmedi, yine çaldı. Sabırlıyım, bu kez telefon elimde uyumaya çalışıyorum, kesin konuşacağız, bu saatte aramanın bedelini ödetmeden rüya görmeye geçemem. Altıncısıydı sanırım. Alo bile diyemedim, kapandı. Deli olacam! Normal vakitler olsa ben arayacağım, ama kimdir bilmediğimden o saatte asla aramam. Aramasa uyuyacağım. Aradığı için açmasam da uyuyamıyorum. Telefonu kapamak aklına gelmiyor mu diyorsunuz şu an, ah yerim sizi… Sahip olduğum tek iletişim aracını iletişmemek için kapatırsam sonra benimle nasıl iletişecek dünya? Niye aldım ben o telefonu? Diğer bir deyişle, iletişim araçlarını kullanmaya başladığım ilk günden itibaren, mecbur bırakılmazsam telefonlarımı asla kapamam, sesini kapatmam, titreşime almam. Amacından sapar. Arayabilirler, açmayabilirim o ayrı. Çünkü (zorunlu haller dışında-uçak, hastane vb) telefonu ortadan kaldırmama (kapatmama) gerek varsa, o telefonu taşımaya ihtiyacım yok demektir, gittiğim yere götürmem daha iyi.

Neyse sonra birkaç dakika geçti, aramadı. Rahatlayıp uyudum. Uyuduğumu sanıyorum. En fazla 30 saniye geçti herhalde. Yine çaldı. Bu kez açmadım. Çaldı, çaldı, ama susmuyor. Sonra durdu, peşinden yine çaldırıyor. Ay senin ben… Bu kez bir tavşan kadar hızlıyım, açtım telefonu:
-Efendim. (soru işaretli değil, gayet yeter artık kimsin öt bakalımlı bir efendim.)
-Ya bi dakka bişe dicem, kapatma. Şimdi benim kontürüm yok da. Sen beni arasana, konuşcam…

İlk telefon sapığımla tanışmam böyleydi. Ve sondu. Hayatımda neredeyse hiç telefon sapığı olmuş bikimseyim. Olası adaylara, daha numarayı tuşlarken, “bu kesin telefonda bizi oyalarken diğer hattan savcılığı arayıp suçüstü yaptırır, manyak kesinnet” şeklinde vahiy geliyor olmalı. Ya da bir yerlerde call-center maceralarımı okuyorlar ve arkalarına bile bakmadan bu işten uzaklaşıyorlar.

You Know Nothing Jon Snow!
Cep telefonlarında arayanın numarasını görebiliyor olmamız (ya da göremediğimiz için görüşmeye temkinli yaklaşmamız), telefon sapıklığı işinde durgunluğa neden oldu. Sektör darbe aldı. Yeni yaratıcı keşifler, özel cihaz veya uygulamalar ve müşteriyi cezbedecek bir satış diline ihtiyaç vardı. Piyasa aktörleri, teknoloji üreticilerinden bu yeni eğilimlere yönelik pazar kısıtlarının üstesinden gelebilecek devrimci adımlar beklediler, yanıt ikibinlere doğru gelmişti. Akıllı telefonlar. Yanına ikibinlerde sosyal medya adı verilen, yaygın haberleşme ağı da eklenince, telefon sapıklığı evrim geçirerek sosyal medya sapıklığı ve hırsızlığına kolayca dönüşüverdi. (neşeli, komikli ve bağlam açısından “çokeksikli” sandığınız yazılarım, anında sosyo-ekonomik analizlere dönüşebilir, demek ki neymiş, eleştirirken kantarın topuzuna dikkat edecekmişiz.)

Günümüzde telefonla yapılan kandırmaca, hepinizin bildiği üzere, “sizi çok önemli devlet meselesi için arıyoruz, adınız terör eylemine karıştı” diye başlayan, tok erkek sesine yatırılmış ve arkaplanında telsiz sesleriyle helmelendirilmiş para üpletme eylemine dönüşmüş durumda. Böyle kandırılan çok kişi var. Bu dolandırıcıların yararlandığı şey; zor gücünden, o her şeyi yapmaya muktedir olan devletten ya da onun aygıtlarından öcü gibi korkuyor olmamızdır. Saflığımız değil. Telefonumuz çalınca, arayan bankaysa ve bizim borcumuz varsa, kafamıza silah dayamışlar gibi hissediveriyoruz Çünkü bize, borcumuzu ödememiz için uygun ödeme planından değil, durumumuzun aslında ne olduğundan hiç değil, neyimiz var neyimiz yoksa her şeyimizi kaybedebileceğimizden bahsediyorlar. Hayır tabii böyle demiyorlar ama ses tonları öyle şirret öyle kaba ki… Şahidim. Ama bu konuşma tonunu üst makama şikâyet edip “mevduat sahibi olsaydım sesiniz değişirdi. Ben şimdi bunu kişilik haklarına saygısızlıktan AİHM’e kadar götüreceğim” dedim diye tam 3 ayrı özür telefonu aldığım da oldu. Neden tek aramayla yetinmediler diye hep düşünür dururum. Savcılıktan arıyorum da polisim de falan filan diyenlere, annemle ağızbirliği edip aynı şeyi söylüyoruz: “tabii hemen ne gerekirse yapalım, gelsin ekipler bizi alsın, gidelim savcılığa...” Daha konuşmanın otuz saniyeden uzun süren versiyonuna biz rastlamadık.

Telefon sapığım çok gerizekalıydı, kabul. Devir eski devir, o da tamam. Meslek daha gelişmemiş falan... Kültürel zenginliğin maddi zenginlikten daha yavaş hareket etmesi gibi bunlar da teknolojinin hızıyla azcık itelemiyorlar ki kendilerini anacım? Madem bu dolandırıcılık işlerine girişecekler, biraz akıl görmek istiyorum. Yoksa sadece gerizekalıların aklına mı geliyor dolandırmak? Sanmıyorum. Bence dolandırmak, kandırmak, sapıklık (kastım sadece telefondaki versiyonu) biraz zeka gerektiriyor. Planlayacaksın, önlem alacaksın, karşı taraftan gelecek salvolara yanıt üreteceksin. Gol atacaksın gol, hacı!

Dolandırıcılıkta zeka örneği (!) yıllar sonra yine beni buldu. Kapanışı onunla yapayım. Kendisi, bu yazıyı da karalama nedenimdir, iyi ki varsınız teşekkür ederim. Siz olmasanız 7/24 işlerimden vakit bulup da bir blog yazısı yazamıyordum, iyi oldu bu.

Az önce sosyal medya hesaplarımdan birinden, başka bir şehirde yaşayan kuzenim anlık mesaj gönderdi. Gece olmuş 1.30 bana diyor ki naber… Elli yaşındaki kuzenim. Evet, gece gece internette sosyoloji, ekonomi ve siyaset araştırması yapmayı seven, bazı yazarların kitap ve makalelerini takip eden, bu ve buna benzer şeyler için uykusuz kalabilecek kuzenim. Diyor ki sadece, naber… Oldu canım. Neyse ben konuştum yine de. Yapmaz ya belki acil bir durumdur dedim. Olabilir yani. Bak şimdi sen şu işe: Bizim kuzen yememiş içmemiş, bugün bir laptop almış, kampanyada telefon kontörü mü ne vermişler, o da misal çocukları dururken hemen bana ulaşmak istemiş. (böyle demiyor, “ya bak ne dicem biz bugün leptop aldık, 300 liralık hak verdiler, hattın faturalıysa numarayı ver de ekliim 3 ay bedava konuşcan” diyor. Elli yaşındaki kuzenim, w ve q harfleriyle ve ergen Türkçesiyle bana numaranı versene diyor) Bedavadan 3 ay konuşacakmışım. Ama kuzenim saf galiba ki geceyarısına kadar beklemiş. Babababa! Üstelik ben, kuzenimin “telefonunu yazsana” lafına “ay bizimki şirket telefonu ki nasıl olcakki” diye gayet saf yanıtlar vereceğim, o da yine gayet safmış ki “olsun sen yaz yine de, yazman lazım buradan” deyince ben yutacağım. Bunu beklemiş yani. Garibim…

Ama yok, dedim ya dolandırıcılıktan da biraz zeka bekliyorum. Mesela, bak bakalım aşırdığın sosyal medya hesabının profiline. Bu insan bu cümleleri kurar mı? Hem bak bakalım kime yazıyorsun bunları. Profilde kuzen diyor gerizekalı! Akrabasına “telefonunu yazsana” diyorsun. Sende var ya deyince “kaybettim” diyecek beynin yok. “yazman lazım” diyorsun. Ey rabbiyesir, neden bunları bana gönderiyorsun?

Uzatmak istemedim. İlla numaranı yaz deyince, “savcılığa haber veriyorum, yerini tespit etsinler, sonra babam gelir alır evden seni, işi bu kuzen biliyorsun” dedim. Kuzenimin hesabı uçtu anında. Ya da bilmiyorum beni engellemiştir pek kafalıçocuk hekkır. Neyse haber verdim bizimkilere. Sosyal medyanın müşteri hizmetlerine de "koş kız kooş Aşk-ı Memnu'nun kitabı çıkmışşş" şeklinde bir uyaran gönderdim. bakalım, hayırlısı.

İletişimde dolandırıcılığın gerek emniyet (gecikmeli de olsa) gerek medya tarafından ifşa edilmesiyle birlikte, halen ülkemizin güzide birçok insanı bunlara maruz kalıyorsa da, bu işte durgunluğa neden oldu. Sektör darbe aldı. Yeni yaratıcı keşifler, özel cihaz veya uygulamalar ve müşteriyi cezbedecek bir satış diline ihtiyaç vardı. Piyasa aktörleri, teknoloji üreticilerinden bu yeni eğilimlere yönelik pazar kısıtlarının üstesinden gelebilecek devrimci adımlar beklediler. Hâlâ bekliyor olmalılar. Zira üreticiler, akıllı telefon beraberinde aksesuar olarak bir gram akıl eklemeyi kârlı bulmadıklarından olsa gerek, aktörler de bu aksesuar olmadan piyasanın yeni koşullarına adapte olamadıklarından… Lamarck’a göre vücudun fazla kullanılan organları gelişip bü­yüyecek, kullanılmayan organlar ise körelecek veya ortadan kalkacaktı. Olmuş demek ki…


(Jean Baptise de Lamarck’ın düşüncesi, “çevre şartlarındaki bir değişikliğin o muhitte yaşayan bir hayvan türünde meydana getireceği değişme ihtiyacına göre, yeni alışkanlıkların kazanılacağı” esasına dayanıyordu. Accık okiiin de soona bunu tartışak mı!)

Sade Hayat Kumpanyası

Gülüşü güzel, dev aynasında  Masmaviydi gözleri. Gördüm. Elimi tuttu sonra, Kızıldı saçlarım, Sarı değildi onunkiler oysa. Sözleri bir çar...