24 Kasım 2017 Cuma

sana böyle yaşamayı kim öğretti?

BUGÜN...
gözü açılmadık sığırcık yavrusu kıvamındayken "mini mini biiirler çalıııışkan ikiiiler" diye bizi ortada döndere döndere ya da tavşandan 62, kayıktan kağıt yapmayı öğrete öğrete tee anaokulundan hayata hazırlayan o "ilk" okulumuzun anaokulu öğretmeninden tutun da,

soba yakmak, düğme dikmek, kanayan dize pansuman yapmak gibi aslen başkalarına nasip işleri görev edinen,


"ama bu A hani çadır vardı ya, seninkinin rüzgardan tepesi eğilmiş yavrumcum? hmm bak bu H merdiven gibi olan hani" sevimliliğinde alfabeyi yazdıran, Ali'ye top tutturup Oya'ya ip atlatan ilkokul öğretmenimizin,

yan sınıfın yağuşuklusuna iç çekerek baktık diye saçımızı çekiştiren,
19 Mayıs törenine katılıcaz diye derslere girmediğimiz günlerin "özetini gelecek ders yapacam" deyip yapmayan,
en az bizim kadar çocuk olup köşeki bakkaldan aldığımız leblebi şekerinden hınzırca aşıran,

sokakta görünce korkulu saygıdan yolumuzu değiştirdiğimiz coğrafyalı, tarihli, matematikli ortaokul öğretmenlerimizin,

"ben büyüyünce uçak olucam" hayalinizi gerçekleştirin diye, size kağıttan uçak yapamasa da üniversite sınavına girerken okunmuş pirinç yediren anne telaşıyla son gün son dakika iki soru daha çözseydik hevesiyle o son haftasonuna sizden önce uyanan,
üniversiteye girdiğimiz yıl, "görsün bakalım benden neler neler olabiliyormuş" ergen tribiyle kendimizi göstermeye yanına koştuğumuz,
"sen daha dur ohooo öklidi anlamamış bana binom diyor piiiii, arka sıra uyuma, bak bakalım üçü beş geçiyor mu" diyerek sizi gaza getiren lise öğretmenlerimizin,


ama bir yandan, ne yalan söyleyeyim meydan benim söz benim,
sevgili öğretmengillerim teyzem Nebahat Çolak, öbürsü teyzem (merhum) Güngör Özyörük, kızı kuzenim İlknur Alkaş, kuzenöğretmenim (merhum) Arslan Koca ve eşi Halise Koca, komşuculuk oynarken bizi bırakıp Ankaralara taşınan, dear student'im Güneş'imin de annesi Serap Ercan'ın, üniversitede derse geç kalmayayım diye elinde çayla başımda bekleyen canlı alarm oda arkadaşım/gençlik rüzgarım Ruziye İlkentapar İnceoğlu'nun, (ve varsa unuttuğum dostlarım, affedin),

özel şirketlere girip kariyer yapmak yerine kendi gibi daha niceleri yetişsin diye akademide kalmış, yardımcı doçent/doçent olmuş/varsın olamamış, tüm "hoca" arkadaşlarımın,

ve adını bilmediğim, bir adım daha ileri gitsin diye insanlık, ömrünü gece-gündüz bir amfide bir laboratuarda, bir protonun-elektronun peşinde geçiren,

ve adını bilmediğim tüm Atanamayan,
ve adını bilmediğim görevden alındığı için çocuklarından uzak kalan,
"çocuklarına okumayı öğrendiler diye hediye defter alabilmek için kavanozda para biriktiren, kendi çocuğuna da kullanılmış kağıtların boş kalan kısımlarını keserek defter yapan"
tüm ÖĞRETMENLERİN,

ama en çok da bacak kadar boyumla "bu hankisi, bu nee, ya bu?" diye gördüğüm her tabelayı, yazıyı-çiziyi sorduğum ama bir gün bile "yeter daa?" demeden hepsini saymış, bana kırpık kağıtlardan üstünde adım işli not defteri yapmış, bütün sorularımı bir Yapay Zeka sabrıyla cevaplamış, sonra erkenden okumayı sökünce teyzeme koşup "nabıcağız bunu, bu tuhaf bişey oldu" demiş (korkarsın tabiy), ütü masasında benimle tabak-çanaklı deney yapan canımın içi ilk doğal-öğretmenim annemin...

GÜNÜ...
bugün keşke kocaman bir avluda oturup şu şarkıyı söyleyebilseydik hep birlikte:
ALİ RIZA BİNBOĞA - İLK ÖĞRETMEN


şu da BONUS:

KAPANIŞ:
*aaa ben!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sade Hayat Kumpanyası

Gülüşü güzel, dev aynasında  Masmaviydi gözleri. Gördüm. Elimi tuttu sonra, Kızıldı saçlarım, Sarı değildi onunkiler oysa. Sözleri bir çar...