19 Ağustos 2018 Pazar

Game of Gramer: Yerli Dizilerde Dilin 100 Sezonluk Dramı

-Sence Nevra benim mega projeyi görünce hisseleri satmaktan vazgeçecek mi? 
-Nevra nötr bu konuda. Okeyim dedi de senin relakslığın yüzünden angajmana girer mi bilmem.” (derleme)

—————————— 
-Ne yani arkadaşımıza söylemiycez mi bunu? 
-Tabiy söylemiycez, kızım Müjgan’ın üç çocuğu var, bu yaştan sonra naapsın single mother mı olsun? (Koca Koca Yalanlar – KanalD) 

Şu örnek de yukarıdakilerin etkisiyle “ben de biliyorum kelime, bak birleştirdim” çabasının içler acısı dışavurumu: 
-Ne zaman tanıştınız, nasıl evlenmeye karar verdiniz? 
-Arkadaş ortamlarında, sonra aramızdaki diyaloglarda elektriksel durumlar oldu, bu süreçlerde birbirimizle ilgili detayları da anlaştık, sonra işte baktım oluru var. O şekilde. (Gelin Evi – Show TV) 


İlk ikisi dizilerden. Ama üçüncüsü reality show dedikleri programlardan, halktan birinin sözü. Bunun zirvesi (eğer bilinçli söyletilmiş bir şey değilse) “siz nereden biliyorsunuz beynimde kaç lob olduğunu? Bende 5 tane var”. Dilde nasıl bir karşıdevrimle karşı karşıya olduğumuzu anlatmak amacındayım sayın okurlar, yine uzun ve tatlı bir yazıyla sizleri selamlıyorum. Evet, ben Onedio’nun ifadesiyle tam bir gramer nazisiyim (Türkçe testi hazırlamışlar, ben de yaptım. En iyi puan alana “Tebrikler siz tam bir gramer nazisisiniz” diye alkışı basıyorlar. “Aynen iade etmek” şanıma yakışmaz, buraya burnu nemli gözleri ıslak ATV yerli dizi kadın karakteri emojisi gelsin. Onedio üzdü…)

Eyvah! Yazı kalır!

Şimdilerde 30’larını geçmişler için bu, “aman garip bir dil türedi, kulaklarımı tıkıyorum, bende hep Hamlet, hep Halit Ziya” ile geçiştirilebilecek bir durum değil. Çünkü siz her ‘şarz’da irkilmez ve düzeltmezseniz bir gün devletin dil kurumunun sitesinde görür, yitirdiğiniz köklere ve tarihe ancak bir yüzyıl sonra ağlarsınız. (Örnek olsun; sualtı, köpekbalığı, gözaltı gibi birçok birleşik kelime, artık ayrı yazılabiliyor. İyi de hani iki kelimeyi birleştirince anlam değişiyor, başka bir anlam oluyorsa bitişik yazılırdı?)

Gözümüzü yumunca etrafımız TRT’den emekli yelekli Hamdi Amcalar ve kuşluk vakti klasik Türk müziği korosunda meşk eden Nefaset Teyzelerle dolmuyor. Üstelik 30 yaş altında olanlarımızı çok daha zorlu bir yol bekliyor. Çünkü “börnünüze vuruyorlar, börnünüz ağrıyor genç Şemsettinler” ama farkında değilsiniz. Elden giden kendinizi ifade biçiminiz, bizzat omurganızdır.

Artık geçtim İngilizce’den devşirerek gelişigüzel kullanılan havalı kavram ve terimleri, evde-işte-sokakta bari Türkçe’yi düzgün konuşsunlardı değil mi? Konuşsunlar ki asgari müşterekte buluşalım. Çünkü dilimizdeki en büyük sorunlardan biri, önce yazmanın kurallarını unutup sonra hiç sallamayışımız ve artık “ben yazdım anlayan anlasın, anlamayanın kendi cahilliği” kıvamına gelmiş olmamız. Diğer bir deyişle, sorunun kaynağı, salt yazı bilgisinde ve kuralda değil, anlam açısından da kendini ifade edebilmenin önemini toptan rafa kaldırmamız. Ne var ne yok yerine vassap (whatsup) demek daha havalıysa, “v” yerine “w” da yazılabilir, sohbetlerin sonu grsrz ile bitirilebilir.

Elbette “bir akselerasyon derim, arada da bir konjonktür, bu dönem iktisattan geçerim herhalde” demiyorsunuzdur. Kız arkadaşınıza “önce Pachoz’da baby shower sözü al, üçüncü trimester’ın daha rahatlı geçer” diye öğütler vermiyorsunuzdur. Ama var böyle tipler.

Biri tabelayı değiştirmiş, kaybolduk

Önce ayrı yazılan –ki ve de/da’yı ciddiye almadık, sonra yazdıklarımızın öyle de anlaşıldığına inandık ve bunların bizi kültürel/entelektüel olarak ele verdiğini düşünmedik. Biz neyse de gençliğin (13-18 yaş) bundan en çok etkilenen ve dili en hızlı “yeniden üreten” kuşak olduğu hatırlanırsa, dilbilgisi kurallarına göre anlaşılır bir biçimde yazmak eylemi, anladığı kadarıyla en hızlı biçimde, ama özellikle ne olur bir an önce anlaşılmak özlemiyle sesli harflerinden arınarak sonunda yerini emojilere bıraktı.

Marketten yoğurt alıyorum, yağsız var mı diyorum, “yok abla” diyor, “ama light var.” Yağsız sütün/yoğurdun ‘light’ süte/yoğurda yenik düşmüşlüğünün ardında, sadece marka/reklam tasarımcılarının dehâsı yatmıyor. Televizyon dizilerinin ve sinemadaki “diziden hallice filmlerin” etkisi de büyük. Örneğin Çocuklar Duymasın’da (1.sezon) “taşfırın erkeği” Haluk’un, arkadaşı Selami’ye “kılıbık” yerine “light erkek” demesi bunun ilk örneklerindendir. Light erkek, bir sevimlileştirme, kılıbıkla yıllardır yerleşmiş ezikliği ortadan kaldırma çabasıdır. Hem esprilidir, hem İngilizce’den gelen ve her alana uyarlanabilir böylesi kelimelerin, yediğimizden giydiğimize hayatın her alanına bu kadar fütursuzca sirayet edebilmesini kolaylaştırmıştır. Tersinden, zaten halkımız light demeye o kadar alışmıştır ki bunun Selami üzerine yapıştırılmasına da bayılmıştır. Sonraları bu furya her diziyi bir parça sararken, bir uyarlama ötesi çakma Türk Malı dizisi, tamamen dile aykırı bir Türkçe yaratarak aklımızı aldı. Bu kısma hiç girmeyeceğim zira “sinirsellerim o kadan yıprandı ki yandan pay verdi İrrmaaan.”

“Vassap yııvrım”lı Geerry Burhan’ların happy hour ile imtihanı

Bir başka dizi, bütününde çok başarılı olmasına rağmen, dilde bozulmayı körükleyerek destekleyen Avrupa Yakası’dır. “Oha falan olmak”, “çüşş”, “kapak olmak”, “down olmak”, oh may gat (Oh my God), hep Avrupa Yakası’ndan bulaştı. Çünkü zaten havalı (ve galiba entelektüel) insanların sükseli hayatlarına özene iç çeke bakan “yırtma heveslisi, bir türlü olamamış insanların” maceraları bizi hep güldürmüştü. Komedisine güldüğümüz bu tiplerin dillerindeki tuhaflaşmaya da rahat alıştık ve normalleştirdik. Öyle ki Yalan Dünya bunun peşinden gelen kültürel yozlaşmanın üzerine kuruldu.

Dille birlikte yaşama biçimi dönüşmeye, altındaki zemin kaymaya, hitap ettiği kitleyi de peşinden sürüklemeye başladı. Dizi izleyicilerinin çoğunu oluşturan kentli orta sınıf, beyaz yakalı ve öğrenci/genç kitle de tüketim kültürünün “meşhuru taklit etme” hortumuna yakalandı. Paralelinde ilerleyen plaza dili palazlandı. Zaten ofiste hep İngilizce yazışıyorduk, o zaman günlük dile yansıması da doğaldı.

Jet Sosyete’ye gelindiğinde artık “forvırt etmek, falovır kasmak, markıtink stratejisi geliştirmek” dilimizin ayrılmaz bir parçasıydı ve belirtili isim tamlamaları ufukta kaybolmaktaydı. Bunun böyle olduğunu, halkın bunu istediğini, zaten bu dizilerin/diyalogların tam da bizi yansıttığını iddia eden her cümlede trajikomik bir hayal dünyasında yaşadığımızın farkında mıyız? Aşağıdaki videoda gülünecek halimizi “avsımmm” (awesome) bir şekilde izleyebilirsiniz:


Sap ve samanı bir ayırsa üretime geçecek

Dildeki bu dönüşüme pek âlâ “yozlaşma”, “özentilik”, daha hafif haliyle “Batı hayranlığı” diyebiliriz. Beyaz yakalı plaza dili ve birçok dizinin repliği bunların en güzel örnekleridir. Yaptığı işte çıtayı hep daha yükseğe koymak işin içeriğiyle ve derinliğiyle olamayınca, ülkenin genelinde pek bilinmeyen alana özel terimleri İngilizce karşılıklarıyla kullanarak, “öyle hepinizin anlayamayacağı çok skolastik ve çokomastik bir dil” yaratırlar. Böylece “zor, entelektüel, demek ki zamanında kendini çok geliştirmiş, öyle senin-benim erişemeyeceğimiz bilgi kaynaklarına ulaşmış insan” görünümü kazandırır kendine.

Terimlerle konuşulan bir diziye karşı değiliz elbette. Ancak Billions, The Good Wife veya Resident izlerken anlayamamaktan bahsetmiyorum. Bahsettiğim, yazının girişindeki repliklerdir. Happy hourda tanıştığı karakteri, müşteri brifinginden sonra bir “drink almaya” davet etmektir. “Single mother” yaşamanın zorluklarını “girl power”la aşmaktır.

Oysa Aziz Nesin’in sosyo-psikolojik bir durumu anlatmak için seçtiği çok vurucu bir anlatım olan “du bakali nolecak” ile örneğin çözülüşün karşılığı olan “oha falan olmak” arasındaki uçurum, bize ne olmaya çalışıp olamadığımızı anlatmaya yeter.

Hande Erçel Almancası, Kerem Bursin İngilizcesi

“Menıç (manage) etmek”, down olmak (yüzü düşmek, çökmek), “süre yerine süreç” veya “göreceli olaraktan” aynı şekilde hatalı ve sorunludur. Peki, kafaya göre konuşulan anlaşılmaz bir dilin sonucu ne olur? İster gerçek hayatta ister dizide, eğer gayet başarıyla yapabilirse siz onu işinin duayeni (kompedan derlerdi bir ara tövbe tövbe) zannedersiniz. Kendini “iyi satar”, azmedip şarz demeden günü tamamlayabilirse hem işte hem özel hayatta terfisi garantidir. Dizilerdeki örneklerini de özellikle yaz dizilerinde bolca görüyoruz. Ama önce işin pîri gaddemit Kerem Bursin‘i alkışlamak istiyorum. Bu sayede hem karizma yaptı hem sevgili. Neyse yaz dizileri dedik:

Hem şımarık hem zengin yakışıklı genç, Amerika’daki master’ını tamamlayıp CEO olarak şirkete döner ve iki klark çekerek bir event düzenleyerek genelde ayakkabı veya güzellik ürününde zirveyi zorlayıverir. Tüm işadamları “I will wait, thank you” ayarında bir cümlesi için bu genç işadamının business dehasına hayrandır. Bu arada kızımız tahminen lise mezunudur, yabancı dili de no no no’dur ama bir gecede ışık hızında öğrendiği SWOT analizleri ve yeni tasarım çizimleriyle yakışıklı CEO’nun başını döndürür. Bize gerçek hayatta yutturulanı, dizilerde zaten uzun zamandır pazarlamaktadırlar. Emek çok hafiftir, dil ondan da hafiftir. Aşk Laftan Anlamaz’da Hande Erçel’in Almanca performansı, yabancı dil bilmenin dizilerde de ne kadar ciddiye alındığının en güzel kanıtıdır. Gerçek hayatta insanlar bundan farklı mı bakıyorlar dersiniz?



Bu bozulmayı marifetmiş gibi yutturmayı beceremezse, bilineni, kabul göreni değiştirerek yine de dilin sihirbazı gibi görünür. Sihirbazlık konusundaki trajik örneği, dizi dışından, bir yayınevi sahibinin “nasıl oldu da oldu en çok satan kitapları ve yazarlarını toplayıverdik” konulu röportajda izledim ve çok üzüldüm. Diyordu ki “Ben ünlü bir romancının eserini okurken bu işe girmeye karar verdim. Ne var dedim, ya ben bunu yazarım, bu cümleler zor değilmiş, dedim. Sonra bugünlere kadar geldik. Ama işte elimizdeki yazarlar öyle bir dehalar ki mesela oralet diyor, salondaki üçlü koltuk diyor, böyle kalbinizde bir yere dokunuyor. Bunu kimse böyle düşünmemiş, hiçbirimizin aklına gelmez. İşte bu sayede alanlarında zirveye oturuyorlar.” Sonuçta dizilerde yaşanan/sergilenen hayatlar da buna çok benziyor.

Gülse Birsel dizileri ve Hande Erçel Almancası örneği ne kadar dille dalga geçiyor ya da dili bozuyorsa, yayınevi sahibi de yazma eylemi ve edebiyatla öyle dalga geçmekte, hafife almaktadır. Ancak, rezil olan edebiyat ve dil değil, bizzat kendisidir. Çünkü, o kitabı çok sattıran sırrın oralet ve üçlü koltuk olduğuna inanmıştır ya da bizi inandırmaya çalışmaktadır. Şimdi bu öznenin yerine dizileri koyup tekrar okuyun; bakın hiçbir şey değişmez. Böyle konuşuluyor diye öyle konuşulan dizilerdir asıl rezil olan. O rezillik de çarpıklık da ancak sosyal medyada 140 karakterlik dalga dümen yapmaya yarar. Bir de her paylaşımda takipçi çeker biraz, o kadar. Dil, insanı insana, toplumu topluma bağlayan hayat damarıdır. Dili bozarsak ayarımız kaçar. Dili hafife alırsak, özde kendimizi anlatma biçimimizi de sulandırmış, üzerine inşa ettiğimiz bireysel ve toplumsal benliği de yitirmiş oluruz. Omurga sarsılır.

Bu gemi nereye gider?

Etrafınızdaki dükkanlara, lokantalara ve bunların tabelalarına bakın. Türkçe ad kullanmayanların gerekçesi nedir sizce? Çünkü etraf özenti, çünkü köfte 10 liraysa Yorkshire meatball 40 lira. Çünkü keyif lokantası ya da Baba Hayri’nin yeri derse iyi iş yapamayacağı endişesi taşıyor. Birkaç dizi izleyin ya da izlediklerinizi hatırlayın. Türkçe’yi hem dilbilgisi hem telaffuz açısından düzgün kullananı parmakla saymıyor muyuz, en iyisinde bile bir özenme yok mu? Tüm programlarda hatta haberlerde bile Demet Akalın ’sahne alırken’, günün dördüncü koşusu ’start alıyor’ da bizler sessizce kafamızı çeviriyor muyuz?

Çuvaldızı da kendimize batıralım azcık. Bir dizi izliyoruz, oradaki “berjer” ve ‘lambaderi’ hemen alıyoruz. E geym of tronz izlerken bir ‘relax TV koltuğu’ da lazım. Single mother da olsak “me-time” için SPA şart diyerek retreat otellere koşuyoruz. Sonra hamileliğin kaçıncı ayındasın sorusu, karşınızdakini “avam” görmek için yeter şart oluyor. Çünkü artık onun adı trimester. Üçer ay sayacaksın şekerim.

Bu gemi bizi, bütün o bilgimiz, birikimimiz ve kültürümüzle cahil cühela görünmeye, elimizdekiyle rezil olmaya, hiç yoksa bir zamanlar ıkına sıkına “I, you eee mistır and misis Brown going to the seaside” İngilizcemiz gibi Türkçe konuşmaya götürüyor. Bir noktada bu gemiden ilk limanda inmek de var, dümene geçmek de. Karar, bize kalmış oluyor(*).


——————————————-

Hamiş – Aslı PS, yani Not. Bir yazı (mesaj/mektup) yazdığınızda altında bir notunuz varsa PS yazıp devam edersiniz İngilizce’de. Türkçe’de ise not deriz. Diyorduk. Biraz Batılılık biraz kibarlıkla karışık Avrupailik katmak için kim bulduysa buldu (ben Ayşe Arman’dan şüpheleniyorum, hep onda gördüm), koskoca notun adı hamiş kaldı. İşte benim de hamişim burası, şunlar da yazıya sığmayan notlarım ve bazı faideli linkler: 

  1. Cümleleri “o şekilde” ile bitirmenin telifi Gelin Evi programına aittir, lütfen ileri geri kullanmayınız. 
  2. Gelmiş oluyor, dinliyor olacak vb: Bu bize, İngilizce’yi süper harika konuşan birtakım kimselerin aynı şekilde Türkçe konuşması sırasında, virüs yoluyla geçti. Meraklısı için; I will go ile I will be going arasında mutlaka bir ayrım olmalıydı ve bunu gideceğim ile gidiyor olacağım diyerek çözdüler. Oysa bizim ne edatlarımız, sıfatlarımız, dolaylı tümleçlerimiz vardı bu farkı anlatabilmek için. Orada “be” var diye her eylemin peşine olmak katmayın ne olur! Bizde “görünmez olmak” vardır o da sıfat fiildir. Hepsi bu. Yoksa hakkınızda düşünüyor olduğum şeylerden vazgeçiyor olacağım ve bu hiç de iyi oluyor olmayacak.Nasıl, dadından yinmiyor oluyor değil mi… (Bu konuya ironik/komik katkıda bulunan Kaan Sekban’ın İK çalışanı tiplemesine özel bir gönderme yapmak istiyor oluyorum. Yerim dar, burayı videoya boğmuyor olayım, lütfen bulup izliyor olun). O şekilde. 
  3. Bir dili düzgün konuşmak zor değil. Özeneceğimiz şeye dikkat edelim, yeter. İlkokulda öğretmenlerimiz “yavrum bilmediğin kelimeyi cümle içinde kullan” derdi. Demek ki pratik edersek olacak bu iş. Tabii cümle içinde neyi kullanacağımız da önemli. 


BONUS – Dolaylı tümleç ayağınıza dolanıyor, edatla bağlaç gözünüzde mi büyüyor? Cümleleriniz uzadıkça hata riski artıyor mu? Sıfır hata ile Türkçe konuşup laf sokma sanatının şık örnekleriyle ortamların parlayan yıldızı olun!

(Gerçi böylesi bir atara daha önce 7 Numara’da da rastladık ama orada replik bitince oyuncu bayılıyordu :) -Sen Bihter Ziyagilsin büyük düşün demişler, çok büyük oynamış vallahi! Bu cümle yerli dizi tarihinde bir efsanedir ve tek bir imla/dilbilgisi hatası içermemektedir: Aşk-ı Memnu 27.Bölüm: Bihter Ziyagil – Matmazel atışması – Bunu yazan senaristi tebrik etmek istiyorum da demeden edemiyorum, insan söyleyecek bunu kardeşim!)



Bu efsane repliğin biz gramer nazilerince sağlaması yapılmış ve Twitter’dan bir kullanıcı (Havva Erdoğan) öğelerine ayrılmış halini paylaşmış, eline sağlık:


Sade Hayat Kumpanyası

Gülüşü güzel, dev aynasında  Masmaviydi gözleri. Gördüm. Elimi tuttu sonra, Kızıldı saçlarım, Sarı değildi onunkiler oysa. Sözleri bir çar...