19 Haziran 2015 Cuma

Biz aslında yoğuz

Gökyüzüne baktığınızda, eğer birkaç dakikadan daha uzun süre bakmayı sürdürürseniz, hele bir de bunu gece vakti yaparsanız, zaman kavramından giderek uzaklaştığınızı, önce gözlerinizin, sonra kafatasınızın ve son olarak bedeninizin de zihninizle birlikte uzay boşluğuna doğru hareket ettiğini hissedebilirsiniz. Sualtında yaşanan o sarhoşluk gibi, uzay boşluğuna doğru uzun süreli bakışın insan üzerinde benzer bir etkisi olduğu söylenebilir.
Uzayda 365 gün yaşam (Mars’ta Yaşam Projesi hazırlık bıdıbıdısı) projesi için geçenlerde bir gemiye binip dünyamızdan piyuvvv diye uzaklaşan Bay Scott’a imreniyorum. Ama sonra hemen yok yok diyorum, bu deneyimin kenarından geçebilirsin. O kadar uzağa gitmeye gerek yok. Kayalıkların kıyısından geçilerek gidilen deniz kenarı gibi (Saklıkent, he bacım he). Ya da meditasyon yaparken “haydi şimdi de bu mor ışıktan oluşan konfor halkasından yepyeşil bolluk bereket yaylasına iniş yapalım, elmasları zümrütleri toplayalım” der gibi. Önce gökyüzüne öylece bakıp sonra normal yaşama dönünce bu hayal ürünü gibi görünen rüyamsı halin normal yaşamdaki normal halime yapışıp kalmasını istiyorum. Loto piyangosunun en üst bi’parası bana çıksın mesela. Zenginliğin beni yoldan çıkararak stratosferin en ince yerinden atmosfer dışına hobaaa diye atabileceğine inanıyorum.
                                                 *İnsan şu fotoya bakınca teknolojiye lanet gelsin diyor ama nafile...

Bir dostum, 30’uma girdiğim gün, “daha dur 40lar daha güzel” demişti. O zaman da haklı olduğunu biliyordum sadece zaman henüz istediğim kadar hızlanmamıştı. En güzel zamanlarım bunlar. Ne yapmak istediğimi biliyorum. Eskiden de biliyordum desem yalancı olmam. Biliyordum da ne değişti? Bir adım bile ilerlememiş miyim? Hayır yok. Şöyle anlatayım.

Omlet yapacaksınız. Peynirli. Bunu biliyorsunuz. Son yirmi denemenizde hep peynirli omlet yapıyorsunuz ama o tam istediğiniz olan peynirlisinden omlet değil. Bazen peynir kaçıyor, bazen yumurta fazla geliyor. Bazen çok pişiyor vesaire. Yirmide sekiz başarılısınız beklentinize göre. Otuzla otuzbeş arasında bu böyle. Ama yaş kırklara gelince şu oluyor: Artık pişirdiğiniz her omlet peynirli omlet ve hep aynı kalitede tutturabiliyorsunuz. Ölçüye alıştı eliniz. Ya da mesela onca zamanda, yalnızca peynirli omlet yemek istemediğinize karar verdiniz ve birsürü bambaşka omletler denemeye başladınız. Ama yine aynı şey oluyor. Hangi omleti isterseniz, eliniz sanki kırk kere yapmışsınız gibi ölçüyü tutturuyor. Çünkü artık ne istediğinizi biliyorsunuz. İster omlet olsun ister pankeyk. Bu arada favorim, beyaz peynirli yumurta. Bildiğin köy işi.

Ne diyorduk? Uzaya bakma deneyimi.

Böyle bir deneyimde, bakmayı kesip normal hayatınıza döndüğünüz ilk birkaç dakikada, hayatın ne kadar anlamsızlaştığını fark etmeniz olası. Bu fark ediş, zaman geçtikçe daha da artabilir, veyahut siz normal yaşamın pratiğine o derece kapılmışsınızdır ki o birkaç dakika bittikten sonra, mesela birileriyle sohbet edip biraz da televizyon seyrettikten sonra, az önce muhteşem bir deneyim yaşadığınızı unutuverirsiniz. Mümkün. Sıklıkla yaşıyorum. Yaşıyordum yani. Üstelik bu medceziri yaşamak için teleskopa bile ihtiyacım yoktu. Işıksız bir ortamda, mesela gece geç vakit, hele benim gibi kentin içinde kentten uzak bir yerde yaşıyorsanız, işte tam da burada, gökyüzüne birkaç dakika bakmanız yeterli. Bu deneyimden her seferinde mutlu olmam gerekirken, deneyimin birkaç cümleden ibaret bir sohbet/diyalog ya da birkaç dakikalık teknoloji maruziyeti ile ortadan kalkıvermesi, beynimin bu harika görüntüyü hemen oracıkta silebiliyor olmasıydı beni üzen. Bu beni çok üzüyor. Bazen sırf bu yüzden teknolojinin neredeyse hiç var olmadığı yerlerde yaşıyor olmayı dileyecek kadar ileri gidebiliyorum. Ama dedim ki yeter. Sıra bende.

Sıkıldım. Ne istediğimi biliyor ve buna giden yolu yürüyebiliyor olmama rağmen, hala ayağıma dolanan bir sürü sürü, bir sürü mesele, bir dolu dırdır ya da aranızda bazılarının bi bitmeyip gitmemesi yüzünden, zaman kaybediyorum düşüncesinden sıkıldım. Bu bazısına isteyen herkes dahil. Yönetimden yürütmeye, idareden muhasebeye. Bütün birimleriyle topyekün bir hayatın içindeki incik cıncık herkes. Peki ama buna dahil olmayan hiç mi yok? (aklıma doksanların meşhur klişe diyalogu geldi. Bıdıbıdı var mı? Yok. Hiç mi yok?)

Buna dahil olmayanlarınız arasına; Carl Sagan deyince yüzünü buruşturmayanları, tam mesaili yaşamına ekli iki çocukla bitmeyen haftaiçi iş-haftasonu aile gezmesi trafiğine rağmen mesela elinde gitar hala müzik yapmaya uğraşanlarınızı dahil edebilirim. Buna, otuzundan sonra üniversite okumak için işinden istifa eden ve/veya akademik çalışma uğruna nohut oda bakla sofa yaşama razı gelenlerinizi, biriktirdiği tüm parayla dünyanın absürd addedilen mekanlarına (ay Bali dururken o dağ başına niye gittin ki? Kim naapsın o eski Afrika yerlilerinin köyünü teallam yae!) gidenlerinizi de dahil ediyorum. Kısacası şu hayatımı neşelendiren repliği anlayabilen herkesi bahsettiğim istisna listesinde tutabilirim. “Hayatımdaki herşeyi bilmek istemiyorum. Ben şaşırmak istiyorum!” (ingilizcesi daha havalı inan)

Gökyüzüne birkaç dakikadan daha uzun süre bakmayı sürdürürseniz, hele bir de gece vakti, zaman kavramından giderek uzaklaştığınızı, sırayla gözlerinizin, kafatasınızın ve bedeninizin zihninizle birlikte uzay boşluğuna doğru hareket ettiğini hissedebilirsiniz. Demek istediğimi anlayabilmeniz için, bu deneyimi bir kez olsun yaşamış olmanız gerekir. İşte tam o anda, bu evrende yalnız olduğunuzu düşünün. Düşünün evet. Çünkü gerçekten yalnızsınız. Ben ne zaman bu evrede olsam, hemen Yalan Dünya’nın Zerrin’i gibi gözlerimi pısarak kendime diyorum ki “kıııız aslında bunların hepsi bir hayal ürünü. Evrende senden başka kimse yok. Enöeöe! Kııız! ezik misin sen?” Nasıl iyi geliyor anlatamam...


İşte bunlardan birinde, karar aldım karar verdim. Madem aslında siz yoğsunuz, o zaman o incik cıncıkların, tüm mes’elelerin, dertlerin, ay bi bitip gidemeyenlerin n’olacağını düşünmeye gerek yok. Çünkü hiçbiriniz yoğsunuz. Siz hepiniz ben tek. Oh be. Böyle düşününce bi’raaadladım bi’raadladım... Şimdi lütfen, konuyla ilgili olduğunu düşünenler gidip gökyüzü inceleme işine soyunabilir, meditasyon-yoga-nefes ve daha bir dolu yöntemden sonra fişşek gibi gündeme düşecek olan zihin zortlatmada dünyanın tercihi olacak bu olayı deneyebilir. Ben hiçbir şey anlamadım diyenler için koridorun sonunda solda bir kapı var. Girip içeride bekleyin, örtmen birazdan gelcek.

Sade Hayat Kumpanyası

Gülüşü güzel, dev aynasında  Masmaviydi gözleri. Gördüm. Elimi tuttu sonra, Kızıldı saçlarım, Sarı değildi onunkiler oysa. Sözleri bir çar...