4 Nisan 2019 Perşembe

Yeniden Yaşasak Aynı mı Olurdu? | The Good Place

Bu dünyada hatta bu evrende insana dair ne varsa, psikoloji, sosyoloji, teoloji, felsefe, bilim ve gizem de dahil her açıdan mercek altına alan The Good Place, bunu karnınızı tutarak gülebileceğiniz dozda komedi unsuruyla harmanlıyor. Oyunculukları ile beni benden alan The Good Place, genelde ciddi rollerine alışkın olduğum Ted Danson ve kendine has sarkastik Amerikan esprilerinin kraliçesi Kristen Bell’i başka birçok mükemmel oyuncuyla bir araya getiriyor. Burada dizinin eleştirisini veya güzellemesini yapmak istemiyorum zira onu arkadaşım Hafize şurada pek güzel yapmış. Amacım bütün boyutların bir araya geldiği ve iç içe geçtiği (onuncu boyutu da eklemişler, yaşasın!) devasa pancake fabrikasının ortasında durmak. Çünkü burada “söz uçar, yazı iki cihanda hakim bey.”
Diziyi henüz izlememiş olanlar için göndermelerinin pek anlaşılamadığı bir yazı olabilir ama siz her durumda bunu bir de bahara merhaba yazısı tadında okumayı deneyin. Zaten henüz izlemediyseniz yakınından bile geçmeyin, çünkü spoiler :)

Cennete Hoşgeldiniz. Her Şey Yolunda

Kötü geçen bir üç-dört ayım var. Çünkü çeviri, çünkü kış depresyonu, çünkü geleceğin belirsizliği… Aynı anda altı farklı projenin içinden çıkmaya çalışırken bulaşık makinesinin deterjan gözüne kahvemi boşalttığım anlar oldu. Bir gece, her zamanki “güneş doğana kadar” süren yazma eyleminin ortasında, kendimi gün ortasında sanıp gecenin boşluğuna “anneee, bugün pazara gidecek misin?” diye bağırmışım. O sırada uyandım. Neyse ki annem uyanmadı. Siz de bir şey demeyin, çünkü henüz bu olandan haberi yok.
Hayır, uykudan değil, içinde bulunduğum saçma ruh halinden uyandım. Ruhumun derin uykusundan uyandım da denebilir. Sonra bıraktım işi gücü, açtım Netflix‘i ve The Good Place ile tanıştım (ben tanışana kadar üç sezon geçti tabii, siz ilk iki sezonu Netflix’ten, üçüncü sezonu hariçten edinebilirsiniz). Üç gün içinde üç sezonu da bitirdim ve rahata erdim. Henüz bir parmak şıklatmasıyla her şeyi sıfırlayabilen Michael değilim ama evrendeki her sorunun yanıtını biliyorum.

Yeniden Başlasaydık…?

Yaşadığınız hayatı baştan yaşama şansı verilseydi, yine bugüne kadar yaptıklarınızı mı yapardınız? Mesela bugün şansımız olsa, baştan başlasak, o çocukla çıkar mıydık? O okulda okur muyduk? O ormanı keser miydik? Akarsuları kurutur, insanları doğanın kaçınılmaz intikamıyla başbaşa bırakır mıydık?
Good Place (iyi yer/cennetvari), The Bad Place (kötü yer /cehennemvari) ve The Medium Place (hiçliğin ortası) başta olmak üzere farklı bir düzenin var olduğu dizimizde zaman dünya zamanından çok farklı işliyor. Jeremy Bearimy adı verilen bu karmaşık zaman diliminde, ileri ve geri, aynı anda ve hiçbir zamanda yaşayabilen ahiret topluluğu, başlangıçta sadece bir grup insana özel bir ortam kurup işkence çektirmeyi planlarken, evdeki hesap çarşıya uymuyor. Onlar da yeni bir sorunun peşine düşüyorlar. Yeniden başlasalar ne olurdu?
Dünyada yeterince iyilik puanı toplayamamış ama kayda değer kötülükleri de olmayan dört insanı, ahirette The Good Place’te olduklarına inandırsak ve onlara bireysel korkularını ve yaşamları boyunca kaçındıkları her şeyi yeniden yaşatsak, iyi kalmayı seçerler mi yoksa kötülük etmeye devam ederler mi? Yani Michael ve diğer iblisler diyor ki Eleanor, Chidi, Tahani ve Jason’a; sizden dört tane daha var mıdır?
Karar veren ekip fark ediyor ki insanlar ne kadar iyilik yaparlarsa yapsınlar, yaşamın kendisi yeterince karmaşık bir hal aldığı için gerekli artı puanı toplayamıyor. Çünkü dünya eskisi kadar saf/temiz değil. İnsanlar da eskisi kadar masum değil. Siz organik veya vegan beslendiğinizde, çevrenizi temiz tutup canlılara iyi davrandığınızda başka bir deyişle, iyilik amaçlı eylemlerde bulunduğunuzda, bunları oluşturan parçaların içindeki kötülük yüzünden aslında olumlu bir eylemde bulunmuş olmuyorsunuz. Bağış yapıyorsunuz ama para olmadık bir yere gidiyor. Organik domates alıyorsunuz, öğreniyorsunuz ki tarım ilacı kullanılmış. Kaş yapayım derken göz çıkıyor yani. Peki bunun suçu sizin mi?
The Good Place’in iblis mimarı Michael şöyle diyor “tüm insanlar iyi değil, evet. Ama kötülerin tüm kötülüklerine rağmen (onlar The Bad Place’e gitmeye mahkum), diğerleri bir şansları olsa daha iyi olmaya çalışırdı.” Gerçekten öyle mi? Yaşadığınız hayatı baştan yaşama şansı verilseydi, yine bugüne kadar yaptıklarınızı mı yapardınız? Daha iyi biri mi olurdunuz? Evet mi? İyi olmak da kötü olmak da bir seçimdir. Yaptıklarınızın gerçekten iyi olması için de sadece iyilik amacıyla yapılmış olması gerekir.

Subliminal Ne Demek Hocam?

Hatırlarsınız 1-A sınıfının subliminal mesaj taşıdığı gerekçesiyle tercih edilmediği günlerden geçtik. İçinde bulunduğumuz ahval onun eseridir. Oysa ben subliminal mesajlar içeren eserleri ne severim! Öte tarafın, dünyayla ahiretin, arafın ve sair pek de kesin olmayan kavramların hikayesi The Good Place başka bir açıdan, bir uyanış dizisi olarak da izlenebilir. 48 saat sonra örneğin, bambaşka bir hayata uyanabiliriz. Şubat ayının 29 çektiği ama hiçbir süper kanlı devasa yüzyılda bir gelen ay tutulmasının yaşanmayacağı 2020 yılı aramızdan bazılarının hayatlarında zirve sayılacak bir yıl olabilir. Piyangoda tarihin en yüksek ikramiyesi size vurabilir, ekmek almaya giderken ruh eşinize rastlayabilirsiniz (benden duymuş olmayın da Michael öyle bir şey yok onu ben uydurdum diyor, amanın!)
Tüm bunlar yaşadığınız sürece olacakların yalnızca binde biri bile olabilir. Nereden bileceğiz? Bunun imkanı yok. Çünkü bilseydik eğlencesi kalmazdı. Cevabını ancak yaşayarak alabildiğiniz o soruları, yani neyin ne zaman olacağını baştan bilseydik hiçbir zevki kalmazdı yaşamanın. Buraları civcivli yapan şey o devasa bilinmezliği. Bu bilinmezlikte kimileri gelişine yaşarken, kimilerinin yediği ilk kazıkta gardı düşüyor, aman bırak yaa diyor. Ama kimileri var ki onlar asla ama asla iyi insan olmaktan vazgeçmiyor. 300 yıl boyunca sayısız defa farklı kötücül senaryonun içinde kalan Eleanor ne olursa olsun yine kurulan tezgaha uyanıyor ve Chidi’yi bulup iyi olmayı seçiyor. Michael gibi bir iblisin havlu atıp iyiliğin peşinden koşması bu yüzden. Bazıları çok inatçı. Bazıları her şeye rağmen iyi.
The Good Place’i izledim. Henüz bir parmak şıklatmasıyla her şeyi sıfırlayabilen Michael değilim ama evrendeki her sorunun yanıtını biliyorum. Çünkü Janet’in, Cennete Hoşgeldiniz tabelasından 800 kez geçse de kurmaca bir cennette olduğunu kısa sürede çözerek içinde bulunduğu duruma başkaldıran Eleanor’a dediği gibi; “ne kadar insan olursan her şey o kadar anlamını yitiriyor. Ama bu da eğlencenin bir parçası değil mi? Eğer evrenin nasıl işlediği sorusunun yanıtını biliyor olsaydık, hiç eğlencesi kalmazdı. Sadece makinelerin kozmik görevlerini yerine getirmesinden ibaret olurdu. Tıpkı koca aptal bir mutfak robotu gibi. Ama etrafında her şey anlamını yitirdiğinde, anlamı olan bir insana ya da bir şeye rastlamak, senin Chidi’yi bulman gibi, insanı mutlu ediyor.”
Bu rastlantısallık ve pandemonium‘da (kıyamet/cehennemin merkezi) senin için anlamı olan birini/bir şeyi bulmak mümkün. İşte bu yüzden ve hâlâ şu koca yaşlı şişko dünyada saçma olan her şeye rağmen umut var ve hayat yaşamaya değer. (Thanks Janet!) The Good Place’in sonu bahar mı Eleanor Chidi’ye kavuşabilecek mi bunu dördüncü sezonda öğreneceğiz. Bizim sonumuz bahar mı? İşte bunun için galiba kendi bilinmezliğimizi yani pandemonium’u (cehennemin merkezi) kucaklamak gerekiyor. Razı gelmekten bahsetmiyorum. Şu anda burada bulunmanın eşsiz deliliğinde mutluluğu aramalıyız/bulmalıyız. Tabii bunun için Eleanor kadar inatçı olmak da gerekiyor. Sonuçta bir iblisi karşı tarafa geçirmeyi başarmış bir dünyalıdan bahsediyoruz. 800 kez deneme şansımız olmayabilir, içine yuvarlandığımız sahte cennetlerin farkına ne kadar erken varırsak o kadar iyi…

Sade Hayat Kumpanyası

Gülüşü güzel, dev aynasında  Masmaviydi gözleri. Gördüm. Elimi tuttu sonra, Kızıldı saçlarım, Sarı değildi onunkiler oysa. Sözleri bir çar...