Işığı kapadım ve loşlukta yastığıma ulaşıp yorganı
çekiştirip gözlerimi yumdum. O kadar uykum var ki ve etraf öyle sessiz ki uykunun
birinci basamağına geçişim birkaç saniye sürdü, sürmüştür bence yani. Derken
telefonun sesiyle irkildim. Beni uyurken aramayacaksın kardeşim… Uzun yıllar, pazar
sabahları 11’e kadar, arama gafletinde bulunan birçok kişiyi bozuk para gibi harcadım,
yalan yok. Mendeburluğun kitabını yazarım! Bütün hafta boyunca 6.45’ten sonra uyanabilecek
olduğum tek zamanda gelen ve genelde hafta içine, öğleden sonraya veya akşamüstüne
asla bırakılamayacağından emin olunan bir meseledir. Kesin! Mendeburluğum bu yüzden
değil elbet. Tam ben uyumaya karar verdiğimde ya da uyuyorken (nasıl olur da
bilmezsiniz ne zaman uyuyor olduğumu?) birinin ısrarla benimle konuşmayı seçmiş
olmasına olan hıncımdan. Yahu bir kere de elini böğrüne koy ve de ki “kızcağız
şimdi uyuyordur, mesaj atayım o beni arar…” Neyse ki yeni nesil telefonlarımız
var da artık arama yapmak yerine “vatsaptan yazışıyoruz.” Bu beklentimin, “gözlerime
bak ve ne düşünüyorum bil” ile aynı anlama geldiğinin farkındayım. Ama kim dedi
ki normalim?
Yıllarca pazar sabahları beynimi yakan telefon sesi, sonraları
günün her saatinde, beyaz yakalılığın veya ticaret yapmanın bir arızası olarak
benliğime nüfuz ettiğinden başka bir yol seçtim. Deliyi adam edemiyorsam, adamı
deli edecektim…
Son yıllarda 24 saat aktif çalışan, ne zaman uyuyacağını
kendi de bilmeyen bir androide dönüştüğümden, artık bu konu sorun olmaktan çıktı.
Akşamüstü arkadaşım aradı misal, daha efendimle uyuduğumu anladığı an, merhabaya
fırsat bile bırakmadan “yarın şeyederiz beybi hoop sen uykuya hadi bakiyim”
deyip kapattı. Nefis insanlar bayılıyorum bu kafalara. Keşke hepiniz onun gibi
olsanız hııh! Dedim ya artık 7/24 ne zaman arasanız psikopata bağlayabiliyorum.
O yüzden “Watch Out!” Oh mis ben!
Hah tam da konuyu şeyedecektim. Nerde kalmıştık? Yıllar
önceydi, evet. Tam uykumun başlangıç düdüğü çalmıştı ki… Cep telefonları daha
bırak akıllı sıfatını, kapaklı sürüme geçeli birkaç ay olmuş, ekranda saati
dijital değil de analog formatta görüntülemek bazı modellerde bulunabilen
janjanlı bir özellikken, henüz Skype doğmamış, düşün o derece! Gece 01.30
sularında çaldı telefon. Tam uzanıp yeşil tuşa basacağım, ekranda da
tanımadığım bir numara var, anaam bu kim derken, kapandı. Ben de yanlış
numaradır deyip gözlerimi tekrar yumdum. Yine çaldı. Bu kez gözlerimi açmadan
uzandım, tam açacağım, yine kapandı. Birkaç saniye geçti geçmedi, yine çaldı. Sabırlıyım,
bu kez telefon elimde uyumaya çalışıyorum, kesin konuşacağız, bu saatte
aramanın bedelini ödetmeden rüya görmeye geçemem. Altıncısıydı sanırım. Alo bile
diyemedim, kapandı. Deli olacam! Normal vakitler olsa ben arayacağım, ama
kimdir bilmediğimden o saatte asla aramam. Aramasa uyuyacağım. Aradığı için
açmasam da uyuyamıyorum. Telefonu kapamak aklına gelmiyor mu diyorsunuz şu an,
ah yerim sizi… Sahip olduğum tek iletişim aracını iletişmemek için kapatırsam
sonra benimle nasıl iletişecek dünya? Niye aldım ben o telefonu? Diğer bir
deyişle, iletişim araçlarını kullanmaya başladığım ilk günden itibaren, mecbur
bırakılmazsam telefonlarımı asla kapamam, sesini kapatmam, titreşime almam.
Amacından sapar. Arayabilirler, açmayabilirim o ayrı. Çünkü (zorunlu haller
dışında-uçak, hastane vb) telefonu ortadan kaldırmama (kapatmama) gerek varsa, o
telefonu taşımaya ihtiyacım yok demektir, gittiğim yere götürmem daha iyi.
Neyse sonra birkaç dakika geçti, aramadı. Rahatlayıp uyudum.
Uyuduğumu sanıyorum. En fazla 30 saniye geçti herhalde. Yine çaldı. Bu kez
açmadım. Çaldı, çaldı, ama susmuyor. Sonra durdu, peşinden yine çaldırıyor. Ay
senin ben… Bu kez bir tavşan kadar hızlıyım, açtım telefonu:
-Efendim. (soru işaretli değil, gayet yeter artık kimsin öt
bakalımlı bir efendim.)
-Ya bi dakka bişe dicem, kapatma. Şimdi benim kontürüm yok
da. Sen beni arasana, konuşcam…
İlk telefon sapığımla tanışmam böyleydi. Ve sondu. Hayatımda
neredeyse hiç telefon sapığı olmuş bikimseyim. Olası adaylara, daha numarayı
tuşlarken, “bu kesin telefonda bizi oyalarken diğer hattan savcılığı arayıp
suçüstü yaptırır, manyak kesinnet” şeklinde vahiy geliyor olmalı. Ya da bir
yerlerde call-center maceralarımı okuyorlar ve arkalarına bile bakmadan bu
işten uzaklaşıyorlar.
You Know Nothing Jon
Snow!
Cep telefonlarında arayanın numarasını görebiliyor olmamız
(ya da göremediğimiz için görüşmeye temkinli yaklaşmamız), telefon sapıklığı işinde
durgunluğa neden oldu. Sektör darbe aldı. Yeni yaratıcı keşifler, özel cihaz
veya uygulamalar ve müşteriyi cezbedecek bir satış diline ihtiyaç vardı. Piyasa
aktörleri, teknoloji üreticilerinden bu yeni eğilimlere yönelik pazar kısıtlarının
üstesinden gelebilecek devrimci adımlar beklediler, yanıt ikibinlere doğru
gelmişti. Akıllı telefonlar. Yanına ikibinlerde sosyal medya adı verilen,
yaygın haberleşme ağı da eklenince, telefon sapıklığı evrim geçirerek sosyal
medya sapıklığı ve hırsızlığına kolayca dönüşüverdi. (neşeli, komikli ve bağlam
açısından “çokeksikli” sandığınız yazılarım, anında sosyo-ekonomik analizlere
dönüşebilir, demek ki neymiş, eleştirirken kantarın topuzuna dikkat
edecekmişiz.)
Günümüzde telefonla yapılan kandırmaca, hepinizin bildiği
üzere, “sizi çok önemli devlet meselesi için arıyoruz, adınız terör eylemine
karıştı” diye başlayan, tok erkek sesine yatırılmış ve arkaplanında telsiz
sesleriyle helmelendirilmiş para üpletme eylemine dönüşmüş durumda. Böyle
kandırılan çok kişi var. Bu dolandırıcıların yararlandığı şey; zor gücünden, o
her şeyi yapmaya muktedir olan devletten ya da onun aygıtlarından öcü gibi
korkuyor olmamızdır. Saflığımız değil. Telefonumuz çalınca, arayan bankaysa ve
bizim borcumuz varsa, kafamıza silah dayamışlar gibi hissediveriyoruz Çünkü
bize, borcumuzu ödememiz için uygun ödeme planından değil, durumumuzun aslında
ne olduğundan hiç değil, neyimiz var neyimiz yoksa her şeyimizi kaybedebileceğimizden
bahsediyorlar. Hayır tabii böyle demiyorlar ama ses tonları öyle şirret öyle
kaba ki… Şahidim. Ama bu konuşma tonunu üst makama şikâyet edip “mevduat sahibi
olsaydım sesiniz değişirdi. Ben şimdi bunu kişilik haklarına saygısızlıktan
AİHM’e kadar götüreceğim” dedim diye tam 3 ayrı özür telefonu aldığım da oldu.
Neden tek aramayla yetinmediler diye hep düşünür dururum. Savcılıktan arıyorum
da polisim de falan filan diyenlere, annemle ağızbirliği edip aynı şeyi
söylüyoruz: “tabii hemen ne gerekirse yapalım, gelsin ekipler bizi alsın, gidelim
savcılığa...” Daha konuşmanın otuz saniyeden uzun süren versiyonuna biz
rastlamadık.
Telefon sapığım çok gerizekalıydı, kabul. Devir eski devir, o da tamam. Meslek daha gelişmemiş falan... Kültürel zenginliğin maddi zenginlikten daha yavaş hareket etmesi gibi bunlar da teknolojinin hızıyla azcık itelemiyorlar ki kendilerini anacım? Madem bu
dolandırıcılık işlerine girişecekler, biraz akıl görmek istiyorum. Yoksa
sadece gerizekalıların aklına mı geliyor dolandırmak? Sanmıyorum. Bence
dolandırmak, kandırmak, sapıklık (kastım sadece telefondaki versiyonu)
biraz zeka gerektiriyor. Planlayacaksın, önlem alacaksın, karşı taraftan
gelecek salvolara yanıt üreteceksin. Gol atacaksın gol, hacı!
Dolandırıcılıkta
zeka örneği (!) yıllar sonra yine beni buldu. Kapanışı onunla yapayım. Kendisi, bu
yazıyı da karalama nedenimdir, iyi ki varsınız teşekkür ederim. Siz olmasanız
7/24 işlerimden vakit bulup da bir blog yazısı yazamıyordum, iyi oldu bu.
Az önce sosyal medya hesaplarımdan birinden, başka bir
şehirde yaşayan kuzenim anlık mesaj gönderdi. Gece olmuş 1.30 bana diyor ki
naber… Elli yaşındaki kuzenim. Evet, gece gece internette sosyoloji, ekonomi ve
siyaset araştırması yapmayı seven, bazı yazarların kitap ve makalelerini takip
eden, bu ve buna benzer şeyler için uykusuz kalabilecek kuzenim. Diyor ki
sadece, naber… Oldu canım. Neyse ben konuştum yine de. Yapmaz ya belki acil bir
durumdur dedim. Olabilir yani. Bak şimdi sen şu işe: Bizim kuzen yememiş
içmemiş, bugün bir laptop almış, kampanyada telefon kontörü mü ne vermişler, o
da misal çocukları dururken hemen bana ulaşmak istemiş. (böyle demiyor, “ya bak
ne dicem biz bugün leptop aldık, 300 liralık hak verdiler, hattın faturalıysa
numarayı ver de ekliim 3 ay bedava konuşcan” diyor. Elli yaşındaki kuzenim, w
ve q harfleriyle ve ergen Türkçesiyle bana numaranı versene diyor) Bedavadan 3
ay konuşacakmışım. Ama kuzenim saf galiba ki geceyarısına kadar beklemiş. Babababa!
Üstelik ben, kuzenimin “telefonunu yazsana” lafına “ay bizimki şirket telefonu
ki nasıl olcakki” diye gayet saf yanıtlar vereceğim, o da yine gayet safmış ki “olsun
sen yaz yine de, yazman lazım buradan” deyince ben yutacağım. Bunu beklemiş
yani. Garibim…
Ama yok, dedim ya dolandırıcılıktan da biraz zeka bekliyorum. Mesela, bak bakalım aşırdığın sosyal medya hesabının profiline. Bu
insan bu cümleleri kurar mı? Hem bak bakalım kime yazıyorsun bunları. Profilde
kuzen diyor gerizekalı! Akrabasına “telefonunu yazsana” diyorsun. Sende var ya
deyince “kaybettim” diyecek beynin yok. “yazman lazım” diyorsun. Ey rabbiyesir,
neden bunları bana gönderiyorsun?
Uzatmak istemedim. İlla numaranı yaz deyince, “savcılığa
haber veriyorum, yerini tespit etsinler, sonra babam gelir alır evden seni, işi
bu kuzen biliyorsun” dedim. Kuzenimin hesabı uçtu anında. Ya da bilmiyorum beni engellemiştir pek kafalıçocuk hekkır. Neyse haber verdim bizimkilere. Sosyal medyanın müşteri hizmetlerine de "koş kız kooş Aşk-ı Memnu'nun kitabı çıkmışşş" şeklinde bir uyaran gönderdim. bakalım, hayırlısı.
İletişimde dolandırıcılığın gerek emniyet (gecikmeli de
olsa) gerek medya tarafından ifşa edilmesiyle birlikte, halen ülkemizin güzide
birçok insanı bunlara maruz kalıyorsa da, bu işte durgunluğa neden oldu. Sektör
darbe aldı. Yeni yaratıcı keşifler, özel cihaz veya uygulamalar ve müşteriyi
cezbedecek bir satış diline ihtiyaç vardı. Piyasa aktörleri, teknoloji
üreticilerinden bu yeni eğilimlere yönelik pazar kısıtlarının üstesinden
gelebilecek devrimci adımlar beklediler. Hâlâ bekliyor olmalılar. Zira
üreticiler, akıllı telefon beraberinde aksesuar olarak bir gram akıl eklemeyi
kârlı bulmadıklarından olsa gerek, aktörler de bu aksesuar olmadan piyasanın
yeni koşullarına adapte olamadıklarından… Lamarck’a göre vücudun fazla
kullanılan organları gelişip büyüyecek, kullanılmayan organlar ise körelecek
veya ortadan kalkacaktı. Olmuş demek ki…
(Jean Baptise de Lamarck’ın düşüncesi, “çevre şartlarındaki
bir değişikliğin o muhitte yaşayan bir hayvan türünde meydana getireceği değişme
ihtiyacına göre, yeni alışkanlıkların kazanılacağı” esasına dayanıyordu. Accık
okiiin de soona bunu tartışak mı!)