30 Kasım 2015 Pazartesi

hanımlar mücde! sıtkım sıyrıldı aşısı ayağınıza geldi!

(Yazımız yazıldığında, göktaşı yağmuru vardır ve kimisi yıldız yağmurunu şarap ve sevgili eşliğinde izler, kimisi de bu manyak gibi olaylaaar olaylar...)

İki gecedir, gözümü gökyüzüne dikmiş Perseid göktaşı yağmurunu izlemeye çalışıyorum. Tam bu sırada, bakışlarım gökyüzüne kenetlenmiş haldeyken, bizden sayısız ışık yılı uzakta, bir takım yıldız, gezegen ve meteorların, kaya parçası diyelim kısaca, varlıkları üzerine hayatları boyunca kafa patlatan insanlar geldi aklıma. Bazıları, biz burada bir ayakkabının 37 numerosunu bulamadık diye tükkan tükkan gezerken, dünyadan milyon kilometre uzağa atış yapıyor, “belki oralarda hayat vardır” diye. Biz burada, organik süt ve yumurtayı nereden bulucam, evde çamaşır deterjanı nasıl üreticem diye “gugıl manyağı” kesilirken, Mars’ta yaşam projesi için 365 günlüğüne uzaya gidiyor ve daha birkaç ay geçmişken uzay gemisi içinde marul yetiştirip yiyor (NASA sitesinden videosunu izleyebilirsiniz). Hani şu dünyayı evrenin milyonda bir karesi içinde bir toz tanesi kadar gösteren fotoğrafa atıf yaparak “ne kadar ezik” bir halde olduğumuzu falan söylemiyorum. Hiç de değiliz! Derdim başka.

Düşünün, çocuklarınız radyasyona maruz kalmasın diye ne çabalar harcıyorsunuz, oysa keşfi yapan bay ve bayan Curi, yıllarca bıkıp usanmadan üstünde çalıştıkları bu şeyin öldürücü etkisine maruz kalarak bilim yolunda can verdiler (biraz drama katınca böyle söylenebilir). Fukushima’da nükleer kaza olduğunda, durum değerlendirmesi ve önlemlerin alınması için orada bulunan bilim insanı ve mühendislerin tamamı, oradan sağ çıkamayacaklarını ya da çıksalar bile ölümlerinin kısa sürede bu nedenle olacağını bile bile oradaydılar. Amerikan bilim-kurgularında sıkça işlendiği üzere, Armageddon filminde dünyaya çarpacak astreoidi püskürtmek için yapılan plan kısmen geri tepince, ekibin geri kalanı dünyayı kurtarmak adına astreoidin göbeğine ölüm dalışı yapmaktan çekinmez. Benzer şekilde, Interstellar (Yıldızlararası) filminde de astronot Cooper, dünyada kalan nesli kurtarmak için, bir umut bile varsa, kendini feda eder.

Peki bu, dünyayı kurtarmak uğruna sıradan yaşamlardan vazgeçerek kendilerini bütünüyle bilime adayan insanlar, senden benden çok mu farklı? Yani parmakla sayılacak kadar az insan mı var böyle? Yoksa, aslında çoğumuzun içinde benzer bir fedakarlık, adına ne derseniz deyin, var mıdır? Başka bir şekilde sorayım. Söz konusu sizin çocuğunuz olduğunda kaplan kesilmeniz normaldir de başka binlerce çocuk için ama sizin çocuğunuz aralarında değil diye arkanızı mı dönersiniz? Çöplerinizi plastik-kağıt-cam-metal diye ayrıştırmanızın, Afrika’da ya da Papua yeni Gine’deki çocukların daha rahat oksijen solumasını sağladığını düşünür müsünüz? Yoksa sadece bir kentli insan portresi olarak mı bu alışkanlığa sahipsiniz?

Yanıt basit. Söz konusu ebeveyn olmaksa, ebeveyn olmayanın gözünde ne kadar şaşırtıcı olsa da, bütün çocuklar aynıdır ve içlerinde sizin çocuğunuz olmasa da genel olarak onlar için kaplan kesilirsiniz ve evet yukarıdaki soruların hepsinde yanıt aynıdır. Bunu kendiniz için değil, yeri gelirse tüm dünya için yaparsınız. Evet, yaparsınız bunu. Biliyorum. Birçoğunuza garip gelebilir. Karşı da çıkabilirsiniz. Ancak insan türüne atfedilen bencillik, sandığınız kadar yaygın, belirgin ve genlere kadar işlemiş bir hal değildir. Bizi, eğer öyleysek, bencilleştiren şey, içinde yaşadığımız toplum ve ondan beslendiğimiz kültürdür. Bu başka bir yazının konusu olacak kadar geniş. Gelelim bu yazının konusuna.

Çocuk sahibi olmasam da uzun yıllardır çocuklarla çalıştığımdan, ebeveyn davranışı hakkında tahmin ettiğinizden daha fazlasını biliyorum. Üzerine kafa yorarken ve araştırırken, bir süredir yazdıklarımı da inceleyerek, bu kez farklı bir dil kullanmayı tercih ettim. Mesela, blog dilimle yazacak olsam şimdi şöyle derdim; “bacım, madem çocuğunu aşılatmak istemiyorsun, o zaman topla tası tarağı, git bir dağ köyüne yerleş, o çocuğu da mümkünse bir asır boyunca bir daha aramıza gönderme.” Böyle deyince ne kadar katı, bencil ve dışarlıklı görünüyor değil mi? Çocuğun yok ya, ooh!

Gel gör ki aşı, çocuk sahibi olmakla ilgili bir şey değil. Tam da bunu diyorum. Kendim de dahil dünyanın bütün çocukları ve yetişkinleri adına, gerekirse hepsini kurtaracak planın içine balıklama atlayacak gözü kara siz ebeveynlerin, eksikli bilgiler, yanıltmalar ve ideolojik oyunlara kanarak dünyanın geleceğine kurşun sıkmamanızı rica ediyorum.

Evet. Konumuz aşı. Bakın şimdi ne diyeceğim? Hani az önce sizlere, aralarında çocuğunuz olmasa bile tüm çocuklar için kaplan kesileceğinizi söyledim ya. Hah, işte tam bu cümlenin ardına, “valla doktorumuz aşıların otizme neden olma fikrini destekliyor, o yüzden biz de aşıları yarıda kestik (veya yaptırmadık)” cümlesini, ve “Afrika’da aşılama sayesinde çocuk felci korkulacak hastalık olmaktan çıktı” cümlesini ekliyor ve soruyorum, aşı yaptırmama konusunda bu kadar emin misin?

Bu yılın Ocak ayında Disneyland’a ziyarete giden dokuz kişi çocuk felcine yakalandı. Birkaç aylık bebekten 21 yaşındaki gence kadar çeşitli yaş gruplarından dokuz kişi. Çocuk felci ABD’de 2000 yılından bu yana görülmüyordu. Birkaç gün önce de yine ABD’de bir doğal parkta piknik yapanlardan bir kişide veba görüldü. Ben bu yazıyı yazarken, Afrika’da son bir yıldır çocuk felci görülmediği haberi düştü medyaya. Pakistan’da da geçen yıldı sanırım, çocuk felci korkulacak bir hastalık olmaktan çıktı. İlk iki haberde hastalığın aşı yaptırmamış kişilerden bulaşmış olabileceği belirtilirken, sonraki iki olay tamamen aşının başarısıdır. Aslında, vebanın bir zamanlar Avrupa’yı nasıl kasıp kavurduğu hatırlanacak olursa, yalnızca bir kişide görülmesi ve yayılmaması yine aşının başarısı değil de nedir?

Solda: 1955 yılında bir hemşire, çocuk felci nedeniyle demir ciğere mahkum olan bu hastaya, ona faydası olmayacak olsa da, gelecek nesilleri kurtaracak aşının müjdesini veriyor. ( Ontario March of Dimes)

Bugün, siz de bilgiye kolayca erişebilirsiniz, daha çocuk yaşta ölümle sonuçlanan, salgın hastalıkların çoğu, dünyanın birçok ülkesi için korkulacak seviyenin çok çok altına indi, hatta yok edildi. Çok değil 100 yıllık bir döngüde (dünyanın yaşını kaç kabul ederseniz edin 100 yıl oldukça kısa bir süredir), bu dünyada bir hastalıktan birkaç milyon insan ölebiliyordu. Bugün en tehlikeli hastalıkları bile bulunduğu kıtadan daha fazla yayılmadan durdurmanın yollarını bulabiliyor bilim. Bunların tamamının temelinde adına aşı dediğimiz, bir hastalığa karşı bağışıklık sağlamak için vücuda verilen, o hastalığın mikrobuyla hazırlanmış madde yatıyor. Her ne kadar hastalık ya da virus denen şeyin kökü tamamen kazınamayacak olsa da (her seferinde bir yenisiyle karşılaşmak da mümkün oluyor), sizler zamanında aşı yaptırırsanız bunlar kabus olmaktan çıkıyor. Denklem bu kadar basitken, en yakınımdaki insanlardan bile hâlâ aşının otizme neden olduğu cümlesiyle başlayan yakınmaları duyduğumda, izin verirseniz çileden çıkıyorum.

Türkiye’de pekçok kişi, aşı ile ilgili tartışmaların KKK aşısının otizme neden olduğu iddialarıyla başladığını düşünse de, aşı karşıtlığı çok daha eski bir tartışmanın kollarından sadece bir tanesi. ABD ve Avustralya’da başlayan hararet, sonunda “aşı yaptırılmamış çocuğun okula alınmaması” ve “aşı yaptırmayan ailelerin çocuk yardımı alamaması” gibi meclis kararları çıkarılmasına kadar giden bir dizi olaya ve bunlar üzerinden süren bitmeyen söz düellolarına dayanıyor. Öyle ki hepimizin filmlerini severek izlediği Jim Carrey, ABD’deki senato kararına tepki olarak bir otizmli gencin fotoğrafını “aşı bir insana bunu yapıyor (onun aklını alıyor)” minvalinde tweete ekleyip ardından pişkin bir şekilde özür diliyor. Bak hâlâ…

Şimdi özetle yazdıklarımı, yazının sonundaki linkten* ayrıntılı (ve eğlenceli) şekilde okuyabilirsiniz;

- Aşı ile otizm bağlantısını ortaya atan kişi, ki iddiası tamamen bir sahtekarlığın ürünüdür, daha sonra özür diledi ve iddiasını geri çekti. Siz de çoktan öğrendiniz ki tartışma aşılarda bulunan cıva ile ilgili. Ama bilmenizi isterim ki konu cıvayla sınırlı değil. Cıva bitti hidroklorik asit başladı, o bitti formaldehit başladı. Yine siz de kolayca öğrenebilirsiniz ki eğer aşının içinde cıva ya da başka benzer maddeler olmasa o aşı hazırlandığı anda kullanılmak zorunda kalır, çünkü ilgili maddelerin korunması mümkün olmaz. Size günler hatta aylar önce üretilmiş aşıyı, tam etkin içerikle birlikte sunabilmenin tek yolu gerekli koruyucuların kullanılmasıdır ve bu maddeler size zarar vermeyecek miktarlarda olup bu miktarlardan çok daha fazlası zaten vücudunuzda mevcuttur. Örnek olsun, kimyasal maddelerin zararları isimlerinde değil miktarlarında gizlidir. Su da bir kimyasal maddedir ve 3 saat içinde 6 litre su tüketerek bu sebepten ölen insan da mevcuttur...

-Aşı karşıtlığı kapsamlı, özenle gizlense de dini referanslara dayandırılan ve ailelerin çocuklarının her türden tedavisine kendilerinin karar vermesi ve tıbbi yardımı reddedebilmelerine kadar giden, çözüm olarak arkasında alternatif tıbbın kandırmacalı yüzünü barındıran geniş bir bilim karşıtı kampanyanın eseri. Burada özetle alternatif tıbba karşı değilim, ama suyun hafızası vardırla başlayan homeopatik dalgaya kökten karşıyım diyeyim.

- Aşı karşıtlığı merkezine aşı üreten firmaları, dolayısıyla güya kapitalizmi ve küresel ekonomiyi alsa da, özünde insanların sağlık konusunda kendi başlarına karar verebilmelerini savunan, bu yönüyle bir yandan bilim karşıtlığı üretirken, bir yandan insan hayatıyla oynayan tehlikeli bir başlık. Unutmayalım ki söz konusu olan sadece bizim çocuğumuz değil.

Tüm bunlardan sonra, size bu fikirlerimizin içinde yaşadığımız toplum ve kültürden etkilendiğini söylerken neden bahsettiğimi özetlesin diye, biraz medyatik bir girdi yaparak iki tane sosyal medya fotoğrafını hatırlatmak isterim. Biri yurtdışından; kadın doktoruyla görüşüyor, yazıda şöyle diyor; “doktor bana içinde kimyasal madde olmayan bir beslenme önerebilir misiniz” ve doktor yanıt veriyor “açlıktan ölmeni tavsiye ederim”. Diğeri ise bizden; hastane fotoğrafının üstünde şöyle yazıyor, kızlar okumasın diyen amcam, eşini hastaneye getirdiğinde kadın doktor sormasını biliyorsun ama…” İki farklı kıtadan ve kültürden, birbiriyle aynı zeminde iki esprili paylaşım, bize temel olarak bilim karşıtlığının gayet politik/ideolojik temelleri olduğunu göstermiyor mu?

Uzun lafın kısası, bunca bilgi kirliliğinde ilaçlara ve aşılara temkinli yaklaşmak isteyebilirsiniz, bu anlaşılır. Ancak lütfen temiz bilgiyi seçmek konusunda biraz daha özenli davranalım. Aşının otizme neden olduğu korkusunu bir yenelim hele. Yok öyle bir şey. İçinde cıva var diye korkmayalım. Bilime güvenelim biraz. Kendimize şunu soralım önce; bundan birkaç yıl sonra çocuk felci, kabakulak, kızamık, veba, difteri ve benzeri hastalıkların kol gezdiği bir şehirde/ülkede/dünyada aşılatmadığımız çocuklarımız yetişkin halleriyle bize hesap sorduklarında ne diyeceğiz?

*Aşı ve aşı karşıtlığı üzerine resimli anlatım için: TIKLAYIN

Sade Hayat Kumpanyası

Gülüşü güzel, dev aynasında  Masmaviydi gözleri. Gördüm. Elimi tuttu sonra, Kızıldı saçlarım, Sarı değildi onunkiler oysa. Sözleri bir çar...