Beni okurken gülüyorsun da hani “ulan çok keyifli bir
hayatım olduğunu” düşünüyorsun ya, işte tam o anda şu cümleyi iki kez okur
musun lütfen: Bir çocuğun, annesi tarafından “hadsiz, terbiyesiz” diyerek azarlanışına
tanık olmuş bir anne adayıyım (did you really mean that! hemen heycan yapma,
yok bir gelişme, çocuğum olmadığına göre ben de bir adayım bugüne bugün demek
istedim). Ne diyorduk? Acı.
Elimde karton bardakta kahve, dışarıda hava almaya
çalışıyorum, sanılanın aksine, tam zamanlı yazar olmak hayaliyle bir süre için bir
avm’de konuşlandım. Benim gibi migrenle evli birinin böyle elektrik yüklü kapalı
mekandan radyasyondan kaçar gibi kaçması gerekirken (elinde süpürgeyle gaçıl
gaçıl diyerek-hayal et!) 385 gündür buradayım. Mağdur edebiyatından hoşlanmam. Ah-vahlanacak
değilim. Bir süre daha burada olmak zorundalığıma, gözlemcilik oyunum için bir
cennette olduğumu düşünmeye çalışarak nanik yapıyorum. Bir tek gün yerimde olabilseniz,
işimin ne kadar harika olduğunu söylerdiniz. Ama bence asıl harika olan, burada
daha sonra yapacaklarım için yeterince iyi bileniyor olduğum.
Derken kadının biri “hadsiz, terbiyesiz” diye bağırdı. Aha
dedim, ekşın var! Kesin taciz falan. Bir kadın, 6-7 yaşlarında bir kız çocuğunu
karşısına almış, sanki bütün hayalleri yıkılmış da ne bileyim onca yıllık saçını
süpürge etmişliğini, mesela rezillik çıkararak ya da, daha büyük, emeği
çalarak, ruhları çalarak falan böyle en şaşaalısından bir suçla taçlandırmış
gibi, yüzünde acı bir ifadeyle azarlıyordu. 6-7 yaşlarında bir kız çocuğuna,
kendi çocuğuna, sana verdiğim o emeklere yazık dercesine bakıyordu. “Ben ki
seni biraz eğlen diye getirdim, yaptığına bak mahvettin bütün günümü.” Hayat
tepeme yıkıldı. Kadın bağırınca değil de kızın yüzünü görünce. Çaresizliğini, korkusunu
ve sanki bir yoğun bakım kapısında doktordan “ümit yok” lafını duymuşluğunu
görünce herşey tepeme iniverdi birden. “Anne lütfen” dedi. Bacak kadar kız dedi
lan. Lütfen dedi.
Alt tarafı, muhtemelen, annesi birkaç kıyafete eşyaya
bakarken çocuk da yanındaki bibloluğunu sürdürsün, hiçbirşeye elini sürmesin,
bir şey de istemesin ki annesi alacağını alabilirse ona da ne bileyim bir
dondurma falan alır belki diye girilen alışveriş merkezinde, çocuk bu, birşey
istemişti ya da kendisine tanınan çocukluk hevesini biraz uzatmıştı. Dışarıda
delicesine güneşli bir nisan sabahı var anne, azcık da güneşe bakalım demişti
belki de. Bunu demeyi becerememiş ya da istediği alınmayınca huysuzluk yapmış
olması mı bu lafı yedirmişti ona? Yahu söylesin biriniz, hangi çocuk ve neden
hadsiz ve terbiyesiz olabilir? O yaşta bir çocuk haddi terbiyeyi nerden bilir?
(Lütfen dedi çocuk. haa bunnar güzel sorular bacım, cümle içinde geçmediyse demek,
anne de azıcık olsun kendine bakmasın mı? sonra o aynalar tükürmez mi insanın
suratına? Sen neredeydin bu çocuk zıvanadan çıkarken diye? Aklımda deli
sorular).
Hergün, günde yüz defa karşılaştığım bu manzaralardan
sonra, depremzede bölgeye giden ve psikolojik destek vereceğim derken kendi
psikolojik vaka haline gelen gönüllüler gibiyim. Burası mayınlı bölgem benim. Aklıselim
insanım, sosyal hizmetler teyzesi görünümünde, saçlarımı enseden topuz yapıp
siyah çerçeveli gözlüklerimin üstünden dik dik bakıp tayyörünün kenarını çekiştire
çekiştire kapılardan seyirtesim, bu çocukların topunun birden elinden tutarak E.T.
gibi uzaya süzülesim ve daha güzel bir dünya kurmak üzere Mars Projesi’ne
katılasım var. Kalabalık gelicez söyleyin hazırlık yapsınlar. Temiz çarşaf, diş
fırçası, glutenli gıda ve yıldız tozu istiyoruz. Yeni bir gezegende hayat için bunlar
yeterli bence.
Beni bu mengeneli hayatın içine çeken trajikomikli
ahvalden bahsediyim biraz cicim. Gittiğim heryerde bulur beni trajedi. Aklımı
kaçırmamamı sağlayan şey, buna dışarıdan bir oyun hamuruymuş gibi bakabilme
yeteneğim. Sizin ağladığınız manzaradaki saçmalığı ya da aykırı durumu,
tutarsızlığı, oksimoron tadındaki yorumu bulup çıkartmak konusunda ustayım. Herşey,
gerçeği görmeye başladığınızda başlıyor. Ne diyorduk? Acı. O çocuğun çektiğinden
daha fazlası, onlar uzaklaştığında sana kalan acı. Bununla başetmenin
yollarından en zorunu seçtim ben. Gördüklerimi formaldehite yatırıp sirke
buharından geçiriyorum. Al sana!
Hani şu zekasıyla rezil olan insanların ülkesi var ya.
İşte ondan bizim apartmanda da var. 385 gündür, her gün gittiğim AVM ofisimden,
aklımda deli sorularla “kesinkes bir vaka yaşanmış” apartumanıma geldiğimde
hissettiğim şey bu; Kaynımda da var, fıtık!
Anlatayım. İskanı henüz alınmamış bir binadan ev
kiralamak lanetini bir kez almışız üstümüze. Eve taşındığımın üçdörtbeşinci gününde,
epi topu sekiz dairenin dördü doluyken ve ben geldiğimin akşamına tamamıyla
tanışmak durumunda kalmışken, kapımı çaldı bir yabancı. Ben yaşlarda, sevimli, hafif
hippi kıyafeti, hızması, saçları ve nazik sesiyle ahan da dedim bir arkadaş
buldum! Neredeyse hayatımda ilk kez, apartmanımda bir arkadaşım olacak. Yazlık
arkadaşı gibi. Yatılı okul arkadaşı gibi. Ay bir kıvandım gönendim...
Üst katta dedi. Oturuyorum dedi. Acaba dedi. Ben de
sendenim sanırım galiba, bence kesin, dedi. Bunca yıllık aykırı hayatta
biriktirdiğim ne kadar şey varsa, bir kameranın vizöründen bakar gibi görsem
görsem anlatsam, sen de yazsan, sonra birlikte okuyup okuyup gülsek? Hem sınırsız
goygoy yaparım, hem Çarşı fala da karşı ama neyse hadi fala da bakarım seni mi
kırcam. Dedi.
Bunları kesin demiş olmalı. Demediyse de şimdi okurken valla
senaryo okumam olmayaydı, şu dekor da beni yormayaydı kesin derdim, demiştir. Kendisi tüm bu krizlerin, travmaların, su
patlamalarının, sinir patlamalarının trafo infilaklarının ortasında akıl
sağlığımın yerinde kalma sebebidir. Dağlar kızıdır, eli belinde, aklı
yerindedir. Evcek “niye buraya geldik ki hadi gidelim” diyaloğuna girdiğimiz
her seferinde “komşumla tanışacağımız varmış” deyip avunuyoruz. İşte bu komşum,
onbeş günde doksan metreküp suyu harcayıp hala suda çözünmemiş bir canlı türü
olarak bilime meydan okuyor, yani yöneticiye göre kesin kullanmışlardır, sular
idaresi ve birtakım yetkili mühendis kaynaklara göre “böyle bir suyun
kullanılması için eve sanayi tesisatı kurulmuş olması gerek.” Kendisi,
mutfaktaki su borularından gelen besteli tıkırtılar dalında seneye ödüle layık
sakinimizdir, lakin sakin değildir. Tüm bunlar yaşananların yüzde 10’udur ve anladığınız
üzere apartumanımız 400 günlük yepisyeni bir Çin Malı kentsel dönüşüm harikasıdır.
Haftada en az üç kez komşumla buluşur, kahve eşliğinde mahalle dedikodusu
yapar, stres atarız. Yapmazsak çatlayacağımızı bilerek. Az önce de yazımın orta
yerinde (ve gecenin ikibuçuğunda) yeni bir vaka nedeniyle bir araya geldik ve birden
tünelin sonundaki ışığı gördüm. Laaan dedim, sanahaber hep ülke gündemine mi
bakacak? Marmara baskısı, Anadolu baskısı, derken, al sana Sanahaber’in mahalle
baskısı, mis gibi. Dadından yinmez! İşbu niyetle size biraz ahvalimden
bahsetmeye devam edeyim.
Bu eve geldiğimiz gündü. Benim için yeni bir evde hayat
bilgisayar-kahve-internet ile başlar. Bunlar yoksa henüz taş devrindeyiz
demektir. İnternetim yoksa hayat damarlarımın tamamı kesiktir ve biraz acele
edelim, daha evrimleşmemiz gereken birmilyon yılımız var, Çekom beni bekler
edasıyla ortada dört dönerim. Facebooksuz nefes alamadığımdan değil, işimin
çoğu internete bağımlı olduğundan.
Telefonu bağlatacağız, neyse ki Telekom jet hızıyla damladı.
Ama hattı bağlayamıyorlar çünkü elektrik yok duvardaki girişlerde. Ev sahibi
geldi (o da komşu), derken apartmanın işlerini de yapmış olan elektrikçi çağrıldı.
Oturma odasındaki prizlerde ve telefon kutularında elektrik yok. Burası yeni
bir bina, yüksek(!) müteahhitimiz son kalite en üst kalite diye diye apartuman
içinde geziniyor günde beş vakit! Elektrikçi bana döndü ve “telefonu salonda
kullansanız olmaz mı orada elektrik vardı” dedi. Ama dedim kablolu TV de
çalışmıyor, ben bu odada oturacağım. “E onu da salondaki kablodan buraya
çeksek, uzatma kablosuyla olmaz mı” dedi. Bana dedi... Ev sahibim elektrikçiye “sen
bu evi çalışır teslim etmiştin, bunun neresi çalışıyor bir de bana göster
bakalım” derken kendime gelmişim... O günün, sonraki tüm vakaların başladığı
gün olduğundan haberim yoktu.
Birkaç gün sonra, komşu arkadaşımın camlarındaki güvenlik
demirlerinin yapılması üzerine bıdıbıdılar yapılırken gece evine hırsız girdi. Apartmanı
hafiften ayağa kaldırdık, bu nasıl iş diye. Birkaç gün sonra arkadaşlarımdan
biri kalmaya geldi ve sabah “Arzu gece banyodan acayip tıkırtılar geldi,
korktum” deyince bende ip koptu. Yüksek mütayit amca sonraki haftalar boyunca
komşumla benden köşe bucak kaçtı. Şimdi kara listesindeyiz, telefon numaralarımız
engelli ve mahallede karşılaşmamak için tebdil-i kıyafet gezdiğini duyduk. Biz
söze başlayınca dili dolaşıyor, eli ayağı karışıyor ve erör veriyor, naapsın
adam.
Uzun lafın kısası, devamı aynı Arabesk filminin sonundaki
anlatıcının sesinden, “Arzu ve komşusu sonraki aylar boyunca biri doksan
metreküp suyla gelen iki sel felaketi, bir trafo infilakı, bir soygun ve iki
zorla binaya girme teşebbüsü, ondört elektrik kesintisi (biri black out olmak
üzere), altı klozet arızası, yirmisekiz priz değişimi, onbir elektrik faturası
itirazı, doksansekiz su faturası kavgası, yirmidört “aydat ve elektirk ödemesi”
uyarısı, yüzotuzdokuz “bunlar yeni gelen cıbıl komşular” mahalle baskısı (kısa
kollu tshirte cıbıl deniyor burada), bitmek bilmeyen “nerden geliyon neree
gidiyon” seslenişi ve daha nice stresli sıkıntılı, üç oda bir salon, ferah
merkeze metroya yakın, dertsiz düplekis dayre sendromu” yaşadılaaar durdular.
Beni okurken gülüyorsun da hani “ulan çok keyifli bir
hayatım olduğunu” düşünüyorsun ya, işte tam o anda şu cümleyi de iki kez okur
musun lütfen: üst komşusu onbeş günde doksan metreküp su kullanmış ve evini su
basmamış bikimseyim ben! Sekiz daireli apartumanda dairelerin toplam su
tüketimi 25 metreküpken binadan daha küçük bahçeye 45 metreküp su kullanılmış
bir apartuman burası. Bahçe giriş kapısı ayar tutmadığından sürekli takılan, bu
yüzden bir yılda altı defa tamir geçiren, giriş sokak aydınlatmaları bahçe kapı
demirlerine bağlanarak giriş çıkışta kapıyı tutana elektrik çarpması sağlanmış,
özel bir dekorasyona sahip bir apartuman. Dış güvenlik kamera sistemi
kurulabilsin diye duvar içlerine döşenmiş CTV sistem kablolarımız var ama bina
içi ampullerimiz haftada bir patlıyor, o ayrı. Sulak arazide kurak keyif çatan
komşumun deyimiyle nam-ı diğer “Çin Malı Apartmanı”
Şimdi sen tüm bu komiklikleri işkembe-i kübraya borçlu
olduğumu düşünedur. Ben, gecenin üçünde, apartmana girmeye çalışan polislere üstünde Wild Cute Sexy yazılı tshirt ve altında çizgili picamasıyla hesap soran
kadının uyku sersemliğiyle imtihanı konulu kurgumu yazmaya gidiyorum. O değil
de saçları bari düzelteydik eyiydi.
(*yazıda geçen "düplekis dayre" bölgeme yakın kiralık ev ilanıdır ve kirası 1800TL olup sürreal olmadığı onaylanmıştır. rivayet odur ki dayrenin alt katı 75 ve üst katı 45 olmak üzere toplamı 120m2dir, iki kat arasında tırmanma malzemesi yardımıyla geçişin sağlanabildiği sanılmaktadır)