8 Aralık 2016 Perşembe

manners maketh man (bizi insan yapan, davranışlarımızdır)

aslında ilk, bir Sting şarkısında karşıma çıkmıştı.
"manners maketh man (bizi insan yapan, davranışlarımızdır)"
yıllar önce (80lerden bahsediyorum) kuzenimin bıraktığı bir kasetten dinlediğim Englishman In New York şarkısında, Sting'in söyledikleri arasında bence "cool" olan tek kalıptı.

hem sonra internette bir videoda gördüm, futbol maçında verilen penaltı cezasının yanlış olduğunu iddia eden futbolcuya hayret ediyorduk. çünkü bu penaltıdan muhtemel gol yazacak olan, kendi takımıydı. yani adaleti savunuyor, haksız olduğunu düşündüğü ve kendi lehine olan bir kararı, sorguluyordu.

sonra başka kaynaklardan da hatırlarım. benzer davranışlar. bizi insan yapan davranışlar. hergün karşımıza çıkan ama iş kendimizde uygulamaya gelince sıkça çuvalladığımız davranışlar.

sonra bir sabah, saçmalık derecesinde acı bir haberle güne başladım.

bundan tam 14 yıl önce tanışmıştık. arada Arabesk filmindeki gibi ne badireler ama ne badireler... sonra bir süre görüşemedik ve en son geçen yıl İstanbul'dan ayrılmadan önce gördüm. arkadaşım daha 35'inde kalp krizinden hayatını kaybetti on gün önce. öyle birdenbire, dümdük. öldü lan!

"hayatın durduramayacağımız bazı dinamikleri var ve elimizden hiçbir şey gelmiyor." inanmak isteyip inanamadığınız, tentürdiyot namına yaraya bastığınız bazı cümleler vardır, bu da öyleydi. birkaç gün sonra yazacağım bir mektupta aynı bu cümleyi kurup peşi sıra son on yılımın muhasebesini arka arkaya sıralayacaktım... çünkü açıkta duran başka yaralar da vardı. üstelik ben onları çok uzun süredir görmezden gelmiştim. kabuk bağlayıp gider sandım.

hayatta bazen bazı anlar gelir, genelde bu, otuzunuzdan sonra olur. o yüzden genç arkadaşlarım henüz böyle bir aydınlanma kendilerinde de olur mu diye zorlamasın, çok da şeyetmemek lazım.

hayatta bazen bazı anlar gelir. bir ölümdür genelde. size geçirdiğiniz yılları bir kez daha süzgeçten geçirme şansı tanır. geçmişinizi o elekten elerken, bazı tanelerin hâlâ süzülmeden orada öylece durduğunu anlarsınız. işte o an bir fırtına kopar...

kaçtığınız şey sizi kovalar,
bıraktığınız yol aslında hep gitmek isteyeceğiniz yol çıkar,
istemediğin ot burnunun dibinde biter, kısacası
çekip giden değil geride kalandır terk eden.
başka bir deyişle bir sayfa kapanmadan ötekine başlayamıyorsun...

ben göçebe bir ruha sahip olduğumu çok geç anladım. kendimi çok geç tanıdım. gerçi belki de tam zamanındadır, insan bir tek kendini ölçebiliyor kendine karşı. bugünden geriye bakınca, bir zamanlar Amerika maceram sisli bir manzaraya kalın camlı bir pencereden bakar gibi başlamış, anlıyorum. kendimi tanıyamadığımdan ne istediğimi de bilmiyordum. New York'tan dönerken hayatım orta yerinden kırıldı ama böylece bambaşka ve tam da aradığım insan oldum.

“aman iyi ki döndün” diyenlere de “neden döndün ki hata ettin” diyenlere de sustum ilk yıllar. çünkü NY’ta geçirdiğim tek bir gün için bile pişman ya da üzgün olmadım. geri geldim diye de pişman ya da üzgün değilim. öyleydi veya böyleydi dediğim hiçbir seferinde en azından kendime dürüst değildim. bunu anlatmak çok güçtü. böyle olması gerekiyormuş. bunu yaşamam gerekiyormuş. kimseye hesap vermiyorum diyenin aklını seveyim. kendinle de mi hesaplaşmıyorsun be mübarek?

geçenlerde çok eskilerden bir anıyı paylaşınca, bir arkadaşım "bak ama aklın orada kalmış onca yıl unutmamışsın bunu" dedi. haksızlık. ne yani teee eskilerden bir anı çağıramayacak mı bu zihin? (calling memories'den direct ama chicken olmayan bir translation!)
hayatta bazen bazı anlar gelir. bir ölümdür genelde. size geçmişi süzgeçten geçirme şansı tanır. o elek sağa sola sallanırken bazı tanelerin hâlâ alta inmediğini, orada öylece durduğunu görürsünüz. daha bir hırsla sallarsınız. kimi zaman elek kopar, kimi zaman sallamaktan yorulursunuz. ama hep eleğin üstünde duran taneciklere bakarsınız. halbuki aslolan altına inen zerreciklerdir. bunu anladığın gün, işte asıl fırtına o zaman kopar...

ben de aldım elime kalemi, geçen yılları, hayallerimi-hayalkırıklıklarımı, planlarımı, hepsini ama hepsini yazdım. (roman kadar olmasa da) sonra gönderdim. açıkta kalmış, kabuk bağlasa da yitip gitmemiş o yaralarımın hepsini sardım sonra. barıştım. geçmişimle. kendime bir iyilik yaptım. affettim. kendimi önce. çünkü hayat doyasıya yaşanmalıydı. manners maketh man. çünkü bizi insan yapan, davranışlarımızdı.

eğer size verebileceğim bir parça öğüdüm olsaydı (ah yine çeviri kokan bir araklama yaptım!) şöyle derdim:
geriye bakınca hatırladığın yegane şeyin mutluluk, kahkaha ve güzel anlar olmasını sağlamak için elinden ne geliyorsa yap. kendine yapabileceğin en büyük iyilik bu. sonrası çorap söküğü.

şimdi penceremin önüne hiç uğramayan kuşlara yem vermek, belki aylar sonra dünyanın öbür ucunda açılma ihtimali olan bir sergiye gitmek için vize başvurusunda bulunmak istiyorum. çünkü neden olmasın.

*bir de şöyle bir söz var. buraya bırakayım:


Sade Hayat Kumpanyası

Gülüşü güzel, dev aynasında  Masmaviydi gözleri. Gördüm. Elimi tuttu sonra, Kızıldı saçlarım, Sarı değildi onunkiler oysa. Sözleri bir çar...