23 Nisan 2018 Pazartesi

birdizihaber.com sitesindeyim (dikkat röportaj içerir)

Bir süredir, aslında çok yeni, birdizihaber.com sitesinde dizi yazıları yazıyorum. Kendi çapımda diziler hakkında yazıyorum daha doğru bir tanımlama. Biraz ilerlesin de size öyle söyleyeyim diyordum ki yazar arkadaşım Bora Yıldırım bir röportaj patlatmasın mı? Bir heyecan, bir mutluluk... Her bir şeyi konuştuk diyebilirim. Hazır yeni bir mecradayım, tanıştırayım; işte röportaj (bir kısmı) işte birdizihaber:


(hem röportajı siteden okumak hem de siteyi incelemek istemez misin okur? bence de öyle yapmalısın çünkü başka birçok yazar, nefis dizi haberleri ve yazılar var. O zaman naapıyoruz? En alttaki linke tıklıyoruz... Merci.)

bu röportaj 22 Nisan 2018 tarihinde birdizihaber.com sitesinde yayınlanmıştır.

Arzu Kayhan | Sade Bir Hayat İstedim ve Amerika’dan Türkiye’ye Döndüm, Pişman Değilim
röp: Bora Yıldırım

Yazar arkadaşlarımla yaptığımız sohbetlerimizde bu kez aramıza en son katılmış olan Arzu Kayhan’la birlikteyiz. Kendisi aramıza yeni katıldığı için ben de neredeyse sizlerle birlikte tanıdım Arzu’yu. Öncesinde, yazarlarımızdan Ozan’ın kuzeni olduğunu biliyordum ve hoş sohbet biri olduğunu düşünüyordum. Sadece bu kadar olmadığını sohbetimiz esnasında öğrendim. Sözü çok uzatmadan Arzu’yla yaptığımız sohbetimize geçersem sanırım ne demek istediğimi çok daha iyi anlayacaksınız.

Arzu selam. Aramıza katılan son yazarımız olarak benim en az tanıdığım ekip arkadaşlarımdan birisin. Kendini bize tanıtabilir misin?
Merhaba Bora. Bu ekibe katılmak son zamanlarda hayatımda olan en heyecanlı şeylerden biri. Sizler için bir kişi, benim için birçok kişi var tanıyacak. Bu da bir başka heyecan. Kendimi anlatmak en sevdiğim iş. Hemen başlayayım. 40’lı yaşlarında, bilim ve gerçek sevdalısı, yazar-çevirmen bir kadınım. Böylesi sanırım en kısa tarif olur. Lisansım iktisat olmasına rağmen, bu alanda ya da başka alanlarda “beyaz yakalı” sıfatıyla uzun yıllar çalışmanın bana da dünyaya da özel bir şey katmadığını görünce istifamı basıp bir daha ne yapacaksam önce kendim, sonra insanlık için yapmaya söz verdim. 10 yılı geçti. O zamandan bu yana, geçinmek için çevirmenlik, yaşamak için yazarlık yapıyorum diyebilirim.


Öncelikle bu kararı verebildiğin için tebrik ederim. Peki “beyaz yakalı” sıfatının sana bir şey katmadığı kanısına nereden vardın? O süreci anlatsana.
İnsan yaşadığı ortamdan şekilleniyor. Benim çocukluk ve ilk gençlik dönemimde belirli bir yaşam ve zaman çizelgesi önümüze konuyordu. Buna inanıyor, bu hedefi güdüyorduk. Kısaca okumak, iyi diplomalar almak, bir işe girmekti bu. Sonunda da evleniyor ve çocuk sahibi oluyordun. En son iş emeklilik ve “artık kendim için yaşayacağım” noktasına geliyordu. Bu durum 2000’lerle birlikte değişti elbette. Hele günümüz gençliğinin böyle bir sıralamaya uyma ve geleneği sürdürme niyeti yok. Benim için durum şöyle oldu; kendini hiçbir kalıba sığdıramayan, başkalarının yaptıklarına ve önerilen yaşam modeline anlamsız gözlerle bakan, neden aynı şeyleri yaşamak zorunda olduğunu anlayamayan bir çocuktum. Eğitimin gerekli olduğuna inanarak ve beni en iyi yere taşıyacak modelin peşinden koşarak önce fen lisesinde, ardından da Boğaziçi Üniversitesi’nde okudum. Ama bunu bahsettiğim zaman çizelgesinde beklenen yere gelebilmek için yapmadığımı daha o zamandan biliyordum. İş kariyer hedefine gelince, bir şirkette bir unvanın sahibi olmam kadar anlamsız bir şey yoktu bana göre. Ama tamamladığım projelerin, dokunduğum hayatların, gerçekten ne verdim kendime ve bu dünyaya sorusunun yanıtının önemi vardı. 1997-2006 arasında bu beyaz yakalılığı kariyer hedefi olarak değil, kendimi ileri taşımak için sürdürdüm. Çok iyi işler de yaptım. En son New York’ta bir mücevher firmasının direktörü olmuştum. Gidilebilir en iyi mevkii ve yer orasıydı benim için. New York dünyanın merkezi, hakikaten bu böyle. Oraya gidince daha iyi görebiliyorsun. Hani uzaydan dünyanın minnacık halini gösteren fotoğraflara bakıp “biz aslında yoğuz” duygusuna kapılıyoruz ya, işte New York’ta ben o duyguya yakındım. Dünya çok büyüktü ve bizler sadece onun belki milyonda biri boyutunda işlerle uğraşıyorduk. Hiçbir kaba sığamadığım gibi kendi kabımdan da taştığım zamanlardı. İçimdekileri dışa vurabilmek için yazmaya başladım. Son birkaç yılında zaten öykü, gazete ve dergi yazıları, araştırmalar hazırlıyor, isimsiz yayınlatıyordum. Sonra roman geldi. New York’taki travmatik ama bir yandan geliştirici 18 ayımda bir roman yazdım. Sonra her şeyi bırakıp Türkiye’ye döndüm. Benim bu hayattaki mucizevi anım o gündür.

Çok büyük bir cesaret bu Arzu. Gerçekten şaşkınım şu an. Türkiye’de sıradan bir şirkette üst düzey yöneticiyken işinden istifa edip kendisine bambaşka hayatlar kuran insanlar tanıyorum ama New York gibi bir yerdeyken, o kadar iyi şartları elinin tersiyle itebilmek inanılmaz. Maddi-manevi ne gibi etkileri oldu bu kararın? 
Bunu ne zaman anlatsam çoğunlukla senin dediğin gibi büyük bir cesaret ya da iyi şartları elinin tersiyle itme lüksü yorumunu alıyorum. Ama işin şöyle bir boyutu var; vatandaşı olduğun ülkede, iyi şartları bırakıp başka ülkeye yerleşmek gerçekten bir cesarettir. Bir başka ülkenin insanıyken “yabancısı” olduğun ülkede şartlar ne kadar iyi, bu tartışılır. Evet, New York’ta yaşamak güzeldi. Evet, şartlarım da fena değildi. Ben bahsettiğim kabına sığamama duygusunu yaşayınca şartlarımı, bulunduğum yeri, kısaca her şeyi bir terazi kefesine koydum. Ne gördüm biliyor musun? O günün şartlarında New York’ta yaşayan Arzu’nun elde ettiklerinin, İstanbul’da elde edeceklerinden hiçbir farkı yoktu. Vize türü nedeniyle işimi bırakıp New York’ta kalmaya devam edemiyordum. İşimi ve genel olarak beyaz yakalı olmayı sevmiyordum. Ben başka şeyler yapmak istiyordum ve o günün şartlarında orada bu mümkün değildi. Üstelik New York’ta kalmak için çok ciddi nedenler de göremiyordum. Bu, bir yanıyla başlı başına bir hikaye. Romanımda anlattığım dünya tam da budur. Bir ülkede yabancı olmakla o ülkeye yabancı olmak meselesi. 


Peki hiç mi pişman olmadın? RÖPORTAJIN DEVAMI

Sade Hayat Kumpanyası

Gülüşü güzel, dev aynasında  Masmaviydi gözleri. Gördüm. Elimi tuttu sonra, Kızıldı saçlarım, Sarı değildi onunkiler oysa. Sözleri bir çar...