19 Ocak 2010 Salı

İnsanlık ne zaman ölür?

İyilik etmek insanlığa, hep sevmek insanlığı, hem de karşılıksız. Mümkün mü? Ah Hasan! Bütün iyi niyetli davranışlarına karşın, gördüğün muameleden yoruldun sen de. Demek ki insanca yaşamanın tek yolu, onlar gibi davranmak bu dünyada. Artık sen de kötüsün. Bencil ve patavatsız. Peki hepsi bu mu? Birbirimizin sırtından geçinerek mi yürüyecek bu kervan? Ya bir gün düşüversek kazara? Tutan olmayacak mı elimizden? Olur mu canım? İnsanlık ölmedi ya!

Nâzım Hikmet’in 1957 yılında yayınladığı 3 perdelik oyun Enayi, şairin 108. doğum günü anısına usta tiyatrocuların dilinden, “İnsanlık Ölmedi Ya” adlı okuma tiyatrosuyla sahneye taşındı. Muammer Karaca Tiyatrosu’ndaki özel programda sahnelenen ve yönetmenliğini Yılmaz Onay’ın yaptığı okuma tiyatrosunda, Metin Coşkun, Orhan Aydın ve Serpil Özcan yönetmen yardımcılığı yaptı. Gülsen Tuncer’in açılış konuşmasını yaptığı oyunda Levent Ülgen, Mine Tugay, Nuri Gökaşan, Ender Yiğit, Metin Coşkun, Serkan Durak, Serpil Özcan, Nevzat Süs, Cansu Fırıncı, Mustafa Kırantepe ve Orhan Aydın rol aldılar.

Kolektif emeğin gücü ve mücadelenin sıcaklığıGenelde sona saklanan bir yorumu başa alıp, oyunculuk hakkında hak teslimini yapalım. O gece sahnede, Nâzım Okuma Tiyatrosu’nun artık gönüllü oyuncuları haline gelmiş, birkaç kuşağı bir arada toplamış ve kolektif bir eser ortaya çıkarmış, nitelikli bir oyuncu kadrosu vardı. Başta Gülsen Tuncer ve Levent Ülgen olmak üzere, sahneye adım atan bütün oyuncular, unutulmaz bir performansla, hissederek ve hissettirerek oynadılar. Hemen burada, mutlaka bahsedelim, Gülsen Tuncer açılış konuşmasında kültür ve sanat alanının son dönemde yaşadığı sorunları ve özellikle AKM ve Muhsin Ertuğrul Sahnesi süreçlerinde gelinen noktayı özetleyerek, 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilen kentin kültüründen gittikçe uzaklaştığını anlattı. Birlikte mücadele etmenin önemine de değinen Tuncer, Nâzım Hikmet Okuma Tiyatrosu’nun sergileyeceği bu oyunu, Ankara’da bir aydan uzun süredir direnen TEKEL işçilerine armağan ettiğini açıkladı.

Ustadan ustaca bir sınıf tahliliBir avukat, bir zengin, onun kızı ve yeğeni, bir edebiyatçı, bir tüccar, bir demirci ustası, bir komünist, bir polis, bir kabadayı… Avukat insan, zengin çıkarcı, tüccar kurnaz, kabadayı paranın kokusunu takip eder, polis açığını aradığı komünisti, edebiyatçı sınırsız özgürlüğün, nihilizmin ve yalnızca kendi çıkarlarının peşindeyken, demirci ustası geçinmenin derdindedir hissettirmeden. Her zaman olduğu gibi sırasını bekler. Başkarakter Hasan’ın da söylediği gibi, “onunla son sahnede tanışacaktır.” Yolun ortasında bir tekerlek. Gelen geçen takılıyor bir şekilde, hepsi de farklı bir tepki üretiyor. Hasan gözlemliyor her birini. Farkında mıdır bilinmez, tekerleğe “takılanın” verdiği her bir tepki, sınıfsal bir davranış biçimini anlatıyor.

İnsanlık ne zaman terk eder bizi?Sadece bir iyiliktir oysa, parayla tüm dünyayı satın alabileceğini düşünen zenginin hayatını kurtarmak için, kuduz bir köpeğin üstüne ölümüne atlayabilmek. Özgürlükçü roman yazarımız “Pasteur aşıyı bulmasaydı aynı rahatlıkla atlayabilir miydin o köpeğin üstüne?” diye sorar. Tüccar arkadaşı ise iyilik ettiği kişinin bir “fırsat kaynağı” oluşuna sevinmektedir. Kimin adına?

Hasan, tüccar arkadaşının bütün ısrarlarına rağmen, bu iyiliğin altında, zenginin yeğeni olan genç kadına duyduğu aşkın yatıp yatmaması konusunu zerrece düşünmemiştir. Arkadaşlarının aklına gelen, zenginin de aklındadır. Kızının nicedir sevdiği bu genç adamı bu iyilik sayesinde himayesine alabilecek, para prensesi kızını mutlu edebilecektir. Zengine damat olmak ve kendi avukatlık bürosunu açmak Hasan fark edemese de, olaya dahil olan (ya da kendini dahil ettiren) herkesin amacı, kendine pay çıkartmaktır bu iyilikten. Hasan her şeye rağmen büyük bir aşkla sevdiği, zenginin yeğeni ile evlenir.

Parasızlığın getirdiği sefalet büyük bir aşkı adım adım bitirirken, çaresizlik içinde çırpınan avukat Hasan, bugüne kadar yaptığı tüm iyilikler karşılığında nasıl da sömürüldüğünü anlamaya başlar. Duyguları, çabaları, hepsi boşa gitmek üzeredir. Bulabildiği tek çıkar yol, hem adice hem bir o kadar intikamcıdır. Onlar gibi olmaktır en doğrusu.

Bir akşam vaktidir, Beyoğlu’nda bir meyhane masasındayız. Hasan da artık onlar gibidir. Parası, küçümseyen bakışları, istediği gibi davranabilme özgürlüğü ve intikam duyguları bir arada, edebiyatçı dostunu beklemektedir. Sevdiği kadını elinden alan adamdır şimdi karşısındaki. Bir zamanlar özgürlük adına nutuklar çeken, bağımsız olmaktan, istediği gibi yaşamaktan bahseden adam, kıskançlıktan ve şaşkınlıktan ne diyeceğini bilememektedir. Bir intikam mıdır Hasan’ın ettiği, bir intihar mıdır bilinmez, kendini öldürtmeye kadar vardırır işi. Herkes kaçışırken, bir eliyle kabadayıyı yere seren demirci ustası söyler sözünü. Son sahnedeki bu karşılaşma, bir nev’i Hasan’ın kendine dönüşüdür, “insanlık ölmedi ya!”

Sonunu izleyici yazsın, der usta. İnsanı eylemle buluşturmuş, karşılaştığı duruma nasıl yanıt üreteceği konusunda onu da izleyiciyi de serbest bırakmıştır. Hasan’ın bundan sonra gideceği yolu herkes kendisi için çizebilir. Belki şu soruyu da sormak gerekir kendi kendine: Özgürlük insanın kendisini hiçbir değer yargısına, kurala ve kişiye bağımlı hissetmemesi mi demektir?

İlk kez 19 Ocak 2010 tarihinde soL Haber Portalında yayınlanmıştır:
http://haber.sol.org.tr/kultur-sanat/insanlik-ne-zaman-olur-haberi-22995

Sade Hayat Kumpanyası

Gülüşü güzel, dev aynasında  Masmaviydi gözleri. Gördüm. Elimi tuttu sonra, Kızıldı saçlarım, Sarı değildi onunkiler oysa. Sözleri bir çar...