20 Şubat 2017 Pazartesi

Hikmet'in likörlü kahveyle imtihanı

sevgili strazlar, aslında başlık böyle değildi, ama yazmayı düşündüğüm şeyi her türlü dil otoritesi sarsılma korkusuyla cezalara çarptırırmış, bunu öğrenince editörüme sordum o da "klivlınt" dedi.

efendim, biliyorsunuz geçenlerde klavyeyi ele geçirmeyi başardığımda sizlere hoş bir merhaba demiştim. bu meretin saabısı bir süredir ha bitti ha bitçek diye sanki çok matahıma birşeymiş gibi çeviri yaptığı içün, ancak bugün fırsat bulup tekrar yazmaya başlayabildim. neymiş efendim, çeviri kitap bitmişmiş... üç gündür kutlama yapıyor hatun! gerçi yazık kııız nası yapmasın, gecesi gündüzüne karıştı, aklını şaşırdı da beni dertleşmek için kahve molasında balkona götürüp orada unuttuydu. gerçi normalde pencere kenarına (ve hep aynı pencere!) tünediğim için bu balkonda unutulma işi feci işime yaradı. feci derken baya böyle pimpis feci. size orada olanları anlatçam. çok pis şeyler biliyorum lan. bi desem ortalık bulanır.

şimdi bu bilgisayarın saabısının (artık ona bir isim bulalım mı? yok yok daha dur, haketsin önce!) sabahlara kadar çeviri yapma, kitap okuma, arada bir bölüm dizi izleyip sonra meditasyon yapıp tekrar çevirme, güneş doğmuşsa pencereden kedilere ve köpeklere yemek atma, mola diye sekizotuz kere mutfağa kaçıp kahve yapma ve bazı kereler o kahvenin içine likör damlatma huyu var.

arada "canlarım benimmm" diyerekten mideye indirip (bana da koklatmayıp) heba ettiği onca çikilat, püsküüt ve beyaz leblebiyi saymıyorum bile. neymiş? leblebi mide suyunu alıyormuş. su yere dökelince de leblebi mi kullanıyon sorarlar adama! size beyaz leblebiyle özel bir aşk yaşadığımızı söylemiş miydim? hayır çikilatlar senin olsun, neden iki top leblebiyi yanı başıma bırakmıyorsun be kadın! (ismin bu olabilir, ama daha karar vermedim)

neysecime geçen geceyarısından sonraki sekizotuz molalardan birinde, kahvesini yaptı, beni de kuyruğumdan tuttu (bi'öğretemedim kollarımın yanında tutma halkası var ellerimi gövdeme yabıştıraraktan bizzat yarattım ordan tut). sallaya sallaya (kahveyi değil tabii) balkona çıktı. abırnan cıbır dolabından püsküüt aldı. hem yiyor hem içiyor hem de bana verip veriştiriyor. efenime söyliim siperlerden girdi, tüfeklerin otomatlı mekanizmasından çıktı, meydan muharebesi sırasında karın yaralısı olan adamın tiradından bahsetti. hiçbir şey anlamasam da dinliyormuş gibi yaptım. o sırada kuyruğumdan sallamaya devam ediyor tabii, istersen dinleme, ağzımı açmıyorum kusucam çünkü.
sonra birden, radyoyu aktiflemekten gözlerinin feri sönmüş Küri teyze gibi bakışlarını sabitledi camdan dışarı. az önce acaba nedir nedir nedir diye onyüz arama motoruna sorduğu kavramın ne olduğunu anlamıştı. vahiy gelmişti belki de. o işlere girmiyorum. gerçi dolunay vardı, bu müthiş buluşu aydedeye atfederek sinir etsem mi şurdan hatunu? (kıs kıs kıs)

kuyruğumla beni yavaşça abırnan cıbır dolabının üstüne bıraktı. kahve kupasını da yanındaki pencere önü mermerine koydu ve tırıs tırıs gitti içeri. giderken "miralay lay lay, tiralay lay lom" dediğini duydum sandım, sonra "git be ovlum delimanyak mısın nesin miralay değildir o, miralay olsa duramazsın" dedim.

dışarıdaki yıldızlı gökyüzünü ve ocean black rengi denizi seyretmeye başladım. vay anasınıydı sayın straz kitle, yakamoz vardı (bunu bir romandan öğrendim biliyor musun pıtırcıklar?) yanımda bir elektrik direği varmış, ben de karşı binadaki sevdiceğine elindeki gülü burnuna değdirerek yandan yandan göz kırpan pırpır kalpli genç bir ovlanmışım gibi içimden de bir türkü tutturarak yakamozu seyredeyim dedim. ancaaaak elektrik direği diye yaslandığım şeyin boşluk olduğunu fark edemeyip kahve kupasına doğru hooop. devrildim desek daha iyi zira kafam kupanın içindeydi, ayaklarım ve kuyruğum havadaydı. böylece kuyruğu dik tutmak deyimini şık bir şekilde görsele bağlayabildiğim için düşüşümden 10 teknik, 10 da artistik puan aldığıma eminim.

olanla ölene çare olmazmış, bunu da bi'romandan öğrendimdi. başıma gelen bu kesif olayın tadını çıkarayım bari diyerekten hörtlemeye başladım (hörtlemek, hörtlek, hörtleği 5 kuruş? aman ya sen de hiçbişey bilmiyon!)

ilk birkaç yudumda bir şey anlamadım. hafif tatlı hafif acı bir şey bu likörlü kahve. ama içiliyor. içtim yani. hörtleye hörtleye sonunda kahve deniz seviyesine inene kadar ilerlemişim. birden kanın beyinciğime dolmasıyla (evettt beynim var benimmm yaşasın!) tepetaklaklığın neden olduğu böyle bir tuhaflık oluştu bende. ense kökümden hafif esinti geliyor bir yandan... öteki yandan da komşumuzun köpeği şakirayı görüyorum, lan diyorum kupanın içindeyken periskopa mı evrildi gözlerim, şakirayı nası görerim ben diyorum içimden, allah göstertmesin diyorum, ama içinden diyorum. çünküm ağzımı açmak istediğimde tuhaf şeyler oluyor, kulaklarımı yakalayabiliyorum mesela. parmaklarım yok gibi - yaaa ufff benim parmaklarım yok ki zaten!

bu delimselek durum birkaç saniye sürdü. bir baktım şakira bana tavuk kemiği uzatıyor. "salam vir bağa, tavuk dokaniyi" diyor. nasıl ya monsenyörler? şakira konuştu! hee salak, sen konuşabiliyorsunken şakira sussun mu? isyana geler kim olsa. ama A tipi şakir misin nesin, sana salam yolları bana beyaz leblebisiz likörler alacağın olsun, yakalarsam kuyruğundan ısırıcam yemin vererim bak!

tam böyle şakiraya karşı bir yükselmiştim ki asıl kendi kuyruğumdan çekiştirildiğimi anladım ve evren mesajımı yedi diyerek bağırdım (içimden tabii, çünkü ağzımı açınca burnumla tanışıyorum) kulaklarımın dibinde "lan sarfoş delimanyak naabtın" diye mantıklı bir soru soran hatun kişiyle burun göze geldim. gülse mi birsel mi bilemeyen hatun musluğun altında bir güzel yıkadı beni, arada da söylendi. sazlıklardan havalanan bir kördüğüm ve tepelere kurulan birkaç evden bahsedildiğini hatırlıyorum ama inşaat kimindi hatırlamıyorum bak.

soğuk sudan olacak beyinciğim kendine geldi. hafif dondum gibi ama olsun. sonra hatun beni kaloriferin üstüne koymuş olabilir. gözlerimi kapatırken ertesi gün her zamanki pencere önüme tüneyeceğim ve şakiraya pis pis bakıp nanik yabacağım anları düşündüm ve saldım kendimi.

bu hatun çocukken öğretmenleri bilmediğiniz kelimeyi cümle içinde kullanın dermiş, o da hemen kalıp cümleyi alır, ortasına o kelimeyi yazarmış. ben translüminasyon gördüm mesela. ben de likörlü kahve gördüm ne var? bu da bişeydir.

ağzınızın yerini bulabiliyorken kalkın bir aynaya bakın ve kendinize sırıtın. ben uzun süre yabamadım da...
hadi saldım ben!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sade Hayat Kumpanyası

Gülüşü güzel, dev aynasında  Masmaviydi gözleri. Gördüm. Elimi tuttu sonra, Kızıldı saçlarım, Sarı değildi onunkiler oysa. Sözleri bir çar...