“Sahile vuran
çaresizliğimize üzülüyor, içinizden binbir küfrü basıyor, yine kalkıp AVMlerde
eviniz için yeni yepisyeni bir eşyaya bakmaya gidiyorsunuz. Çünkü ihtiyacınız
var…”
Bir süredir hayatımda meydana gelen değişiklikler, hazır da
hepiciği bir arada oluverince, daha önce de yaptığım gibi, sırası gelmişken, gideyim
bari dedim. Bu şehirden, bu ülkeden, sizler gibi “terk edip de gitmek” değil
benimkisi. Gitmek sadece. Yani gidince mutlak geri döneceğim bir yer olarak bakmıyorum
bu ellere. Kolay mı bu kadar? Evet kolay. Napayım model bu. Size zomzor gelen
bu hal, benim için kopkolay. Bir yere, bir eşyaya, bir insana, bir
duruma/koşula bağlı yaşayan bikimse değilim. Bu yüzden kolay. Ama olayımız
gitmelerin dayanılmaz hafifliği değil.
İşte bu gitme hallerinin bir defasında, buradan (İstanbul)
teee New York’a, sonraki sefer oradan (New York) teee İstanbul’a, şıpadanak
gelmiş, birkaç yıl sonra buradan (İstanbul) teee İzmir’e hoop diye, oradan da
(İzmir) buraya hüpedenek zıplayıvermiştim. Ondan öncesinde ve aralarda şehir
içindeki taşınmalarımı da sayarsak, ben yılda bir kez TA-ŞI-NI-YO-RUM. İyi hoş.
Bana kolay. Lakin o gitmeler gelmeler arasında giderek ve zamanla beynen olmasa
da bedenen çok yorulduğumu fark ettim.
Kardeşim o nedir öyle her seferinde tüm beyaz eşyalar,
kıyafetler, kolilerce kitap, mutfaktaki bilmem kaç tane tabak bardak çanak…
Taşı taşı bitmek bilmedi. O kadar ki yılda bir kez taşındığımdan bazen bazı
kolilerimi açmamış, kimi eşyamı kullanmaya başlamamışken taşınmıştım. Çok az
eşyam olmasına rağmen üstelik. Sonunda, annemle karar verdik. Artık sadece
fazla kilolarımızdan, sıkıntı veren insanlarımızdan ya da tiviide gözümüze kötü
görünen, ruhumuzu rahatsız eden görüntülerden değil, bir noktadan ötekine taşıdığımız
eşyalarımızdan da kurtulacaktık. Hem kendi evimde hem onun evinde, son bir
yılda elimizin değmediği veya artık taşımak istemediğimiz herşeyden
kurtulacaktık. Annem bu yaşında rahat edecekti, bense kuşlar gibi özgür
olacaktım. Lakin… İşbu yazının konusu budur.
Elimdeki eşyaları satarak, hibe/hediye ederek, dağıtarak vs
bir şekilde azalarak bitirmek istedim. Böylece taşınıyorum dediğimde iki bavul
bir koli ile oradan oraya kuşlar gibi uçacaktım, istediğimi yazacaktım, nerde
istersem orada yazacaktım. Zihinsel başlayıp fiziksel devam eden bu yolculuk,
bana birbirinden kıymetli şeyler öğretti, ayrıca delicesine tespitler yaptım. 140
karaktere sığdırarak tivitir’da rekor üstüne rekor falovır yapabilirdim, feyzbık’ta
foturaflı paylaşımnarnan bir ay içinde tüm etrafa yayılabilir, fenomen
olabilirdim. Aksine gizli kapaklı kalayım ve sizlerle bunu paylaşayım dedim.
(Uzun uzun yazcam, böyle onsekiz kelimeden cümle kurup yetmişiki satırlık paragraftan
kriptonik analizler yapıcam oooh mis!)
İkinci el piyasası diye bir şey var. Bu işi yapan kurumsallaşmamış,
böyle bir kamyonete eşya toplayıp ondan alıp ötekine satan kimseler var. Bir
telefonla geliyorlar eve, zamanında ne paralar harcadığınız eşyalara 50TL
ortalama fiyat basıp tüm evi bin TL’ye götürüyorlar. İsteyen böyle bir seçim
yapabilir tabii, lafım yok. Annem “kızım,” dedi. “Bir buzdolabını ya da yatağı 50TL’ye
vereceksen bari ihtiyacı olan birini bul doğrudan ver gitsin.” Haklı. Ben de tüm
eşyalarımı grupladım. İkinci el paylaşım sitelerinden, sosyal medyadan
araştırıp uygun fiyatlamalar yaparak, satılacakları listeledim. Hibe
edilecekler için çeşitli kurum veya kişileri aradım. Satın almak isteyenlerle
kimi kısa kimi uzun görüşmeler oldu. Derken aradan aylar geçti;
İlk, hibelerle başladım. Kıyafetlerimin çoğunu çeşitli
kurumlara teslim ettim. İzmir’deyken (2 yıl önce) başlattığım bu furyada tekrar
söylüyorum, çoğunuza göre daha az eşyam olsa da ortalama 5 koli kıyafet ve ev
eşyası (perde masa örtüsü, yorgan yastık vb) verdikten sonra, vazgeçme
özgürlüğünün kıymetini bir kez daha anladım. İstanbul’da da sürdürdüm bu
iddiayı. Bundan bir süre önce, sosyal medyada “satın almayın, tüketmeyin,
paylaşın” mottolarıyla hızla yayılan grupları görünce sevinmiştim. 72 ekran
tüplü televizyonu kimlere kimlere söyledim, ne kurumlara haber verdim de kimselere
hibe edemedim… Çünkü, dediler çevremdekiler, şimdi gidiyorsun onsekiz takside
bilmem kaç ekran plazmayı LCD’yi alıyorsun, naapsınlar o eski model televizyonu…
E hani tüketmicektik paylaşcektik? neyse. Sonunda tanıdığım, sevdiğim bir abi “bizim
atölyeye koyarız veya ihtiyacı olan bir aile olursa veririz” dedi, buldu da o
aileyi.
İş hibelerden satışlara gelince araştırmalarım ve
izlenimlerim beni bambaşka dünyalara götürdü.
Şuursuz alışverişlerimiz: Bir şeyin yazıma konu olması için beni sinirlendirmesi gerekiyor. Evet, şimdiki tespitim yazının yazılması için gazı verendir. Diyelim ben elimdeki masayı satmak istiyorum (artık biliyorsunuz, bunun tek nedeni gidecek olmam). Diyelim az veya orta kullanılmış, diyelim ki piyasada bilinen bir markanın ürünü (homstor değil anam ikeya beya). Diyelim ki ben sıfırı 200TL olan masaya 100TL fiyat biçtim ve sosyal medyaya sundum. Pahalı bulabilirsiniz. Tamam. Masayı beğenmeyebilirsiniz. Buna da tamam. Ama kardeşim, “ya bunun nakliyesi çok para tutuyor, gel ben sana 10 lira vereyim anlaşalım” nasıl bir şuursuzluktur? Ya da “ben bunu almak istiyorum, yarın nakliye aracıyla gelirim” deyip sonraki günler ortada görünmemek nasıl bir ezikliktir? Ya da anlaştığın ürün için teslim almaya gelince kapıda “nakliyeyi daha ucuza ikna edemedim, siz 50lira indirseniz olmaz mı” cümlesini nereye monte edelim? Mağazada satıcıya söyleyemeyeceğiniz şeyleri biriktirip biriktirip bize mi patlatıyorsunuz anlamıyorum ki? Hepinizin İletişim 101 dersine ihtiyacı var, diyerek çıktım işin içinden (bir arkadaşımın kulakları çınlasın, o der bu lafı).
Doğadaki karbon
iziniz: Ekonominin giderek sarpa sardığı günümüzde, sıfır eşya almak yerine
ikinci el az kullanılmışını bulmak, paranızı cebinizde tutar. İyidir. Ama daha iyi
olan, doğaya daha az karbon izi bırakmak. Kısaca ne kadar az eşya tüketirseniz
o kadar iyi. Bence yani. Benim için ikinci elin gerçek anlamı bu. Lakin hala kriz
var denmesine rağmen AVMlerde ve mağazalarda sürekli bir alış halini gördükçe
düşünüyorum. Acaba yanılıyor muyum?
Kurdalesi açılmamış
umutlar: Yanılıyorum demeyelim de hala gidecek çok yolumuz var diyelim. Birincisi,
eşya yenilemek veya dekora uyduramamak gibi nedenlerle elindeki eşyayı satanlar
var. Diyorlar ki yerlerine yenisi alınacak. İkincisi ve daha vahimi, elinde
sıfır yani hiç kullanılmamış/giyilmemiş eşyaları olanlar var. Bunlar sandığınızdan
da fazla ve trajik. Bana öyle geliyor en azından. Tamam, hayatın boyunca bir
tane bir şeyi almışsındır, sonra bir nedenle onu kullanamamışsındır ve şimdi
bir başkası faydalansın istiyorsundur. İyi de bir kadının (genelde kadınlar ne
yazık ki) gardrobunda etiketi çıkarılmamış yani hiç giyilmemiş kaç tane kıyafet
olabilir? Bunların kaçı bedenine uygun olmayabilir? (demek ki kilo aldın/verdin
demek ki onca zaman giymeden tuttun onu orada.) Kutusundan bile çıkmamış kaç
tane elektronik eşyası olabilir bir erkeğin? Bir Xbox 360 alındıktan 1 hafta sonra
“yeni modelini aldık da” iddiasıyla nasıl satışa konur? Benim bildiğim, iki
kezden fazla giyilmemiş bir dolu kıyafeti olanlar çocuklardır (6 yaşa kadar
belki) ve bir elektronik ya bozulur ya da artık demodedir/teknolojisi eskidir
vb. Başa dönelim, bu ekonomik krizde, doğayı korumak bıdıbıdı diye bağıran bu
kadar insan/kurum varken, evi değiştirdik koltuk takımını da değiştiriyoruz,
yeni evimiz azcık dar o yüzden eski buzdolabını satıyoruz yenisi geldi vb diyen
kaç aile olabilir? (ve bunların sadece sosyal medyadan gelen veriler olduğunu
hatırlayın. Sosyal olmayan mecrada ve ikinci el piyasasında kaynayıp giden kaç
bu kadar daha eşya var kimbilir!)
Şimdi tabii bu son söylediğime, “Zekasıyla
rezil olan insanlar ülkesi” yazımda anlattığım gibi, Etiler’in meşhur bir
sitesinde şahit olduğum üzere, aşırının aşırısı zengin olup da yeni evinin
salonunda görmek istemediği için oymalı kakmalı koltuk takımını kapının önüne
bırakan küt sarı saçlı meçli teyzeleri dahil etmiyorum. Onlar ayrı. Söz konusu,
sen ben gibi, orta gelir, azcık ortanın üstü gelir insanlarında bildiğin moda
bu! Yepisyeni eşyalar satılıyor. Expat değiller, yabancı misafir falan
değiller, bunların hepsini eledim bu eleştiriden. Bahsettiğim, satılan eşya da
değil. O eşyayı bir zamanlar alırkenki ruh hali. Gece elbiseleri, mayolar, traş
makineleri, saatler, vazolar, dekoratif bir dolu eşya, mutfaktan tepsiler,
tencereler, aklınıza ne gelirse… Şu anda öyle bir satış hali var ki, eğer bir
ev dolusu eşyaya ihtiyacınız varsa, bunun da piyasadaki ortalama toplamı 30bin
TL civarındaysa (daha yeni bir arkadaşım evlendi ve bu kadar masrafları oldu
bir ev eşyasına-Tepe Home da değil hani!), inanın ikinci el satanlar arasında,
sıfıra yakınları bulup 5bin liranın altına tamamını alabilirsiniz.
Bu tespitin acı tarafı madalyonun öteki yüzünde gizli. Belki
de insanlar, gerçekten gereksiz yere, bir depresyon anında veya gaza gelip
aldıklarını değil de aslında kullandıkları eşyayı, bütçe yaratmak için
satıyordur. E bu daha acı ya? Demek ki ekonomi size söylenenden daha kötü.
Demek ki topyekün batıyoruz... Niye hala uyanmıyoruz? Niye hala düzen düzgün
gidiyormuş gibi davranıyoruz? Bence düzenin hiç de düzgün gitmediğini anlamak
için sahilde boylu boyunca yatan Suriyeli bebeği beklememiz gerekmiyordu. Bence
uyanmak için gözümüzün önünde bir dolu örnek vardı. Görmek istemiyoruz. Tespit
yapılması ve önümüze serilmesi hoşumuza, şapkayı önümüze koyup “lan biz
neediyoz” demek zorumuza gidiyor.
İletken iletişim
Çekilirken, kendim için doğru olanları yapıp yaşadıklarımdan
gördüklerimi yazıyorum (tarzım bu bebeyimler). Belki okuyanlarınız vardır. Bu
kez gözlerini medya denen pespayelikten bir an ayırıp da gerçek hayata dikenler
olabilir. İletişim çok önemli. Kendinizle iletişim en önemlisi. Başlatacağınız değişimle yanınızdakini tetikleyip etkilemeniz ise kaçınılmaz.
Gideceğim yeni yerde, neredeyse hiçbir şey bana ait olmasın
istiyorum. O zaman ben kendime sahip olacağım çünkü. O zaman daha iyi yaşayacağım,
daha iyi yaşarsam daha iyi yazarım. Sadece fiziksel değil, ruhsal olarak da
hafifliyorum, bunu hissediyorum. Çünkü vazgeçmek özgürlüktür. Çünkü asıl
çaresizliğimiz, o küçücük beden sahile vurduğunda değil, biz aynadaki egomuza yenildiğimizde başladı. Bir oturun hele. Kendinize sorun. Sormazsanız, şarkıdaki gibi, asıl o gün tükeneceğiz...
“Sahile vuran
çaresizliğimize üzülüyor, içinizden binbir küfrü basıyor, yine kalkıp AVMlerde
eviniz için yeni yepisyeni bir eşyaya bakmaya gidiyorsunuz. Çünkü ihtiyacınız
var…” Var mı gerçekten?