13 Eylül 2015 Pazar

keçi inadıyla helmelenmiş insanca yaşama dürtüsü

ne zaman buraya geldik, bilmiyorum. hatırlayamıyorum fiili daha uygun kaçardı belki, ancak beynimin her kıvrımından geçen sıvının her bir mikronküp hacminde bu kırk yılı öyle güzel hatırlıyorum ki bir kısmında bir şeyleri bilmiyor olduğum bahanesine sığınırsam aklımdaki yükten kurtulabileceğimi biliyorum. bak ne güzel bağladım cümleyi?!? hakkında ne çok şey bilmediğim onca şeyden bir bakıma özür dilerken, nasıl da her bir ayrıntısını bildiğim milyonlarca şeye karşı sorumluluğumu ortaya koyuyorum ki sonra biriniz gelecek yıllarda yüzüme bakıp "ama sen de suçlusun" derse, günümüzün ve geçmişimizin onca aymaz, akıllanmaz, çapsız kifayetsiz ve tıynetsiz oluşumlarından ayırabileyim beni.

yoksa yaşamak bir o kadar kolay dostum...

abla bi'hamburger alır mısın bana, dedi. aslında ve kesin 7-8 yaşlarında, o sabah akşam süt, arada meyve ve sebzeyle ve en hasından ana kucaklı sevgiyle beslenememişlik yok mu, en fazla 5 gösteriyor. kara saçlar, kara bir surat, çıplak ayaklı kontes gibi de salınıyor. hamburgerin sakıncalarını anlattık biraz. niyeyse! ister çıplak ayak yürüyen bir sokak çocuğu, ister has bakımlı mutlu mesut bir yuvanın tıpta okuyan endamlı genci ol, ister bir mahkemede hak savun, ister kallavi kitapların yazarı ol, hele bir de kadınsın, hamburger değildir korunman gereken, niye demedik?

ne yapsan, her biri esaslı markalardan "canım çekti, ama bu çok modaaağ, bunu da kombinlik aldım cnm" diye alınmış ve asla giyilmemiş toplamı bir araba parası eder gardrobuyla o hemcinslerin ve akranların kadar hakkın özgürlüğün olmayacak senin. sen bu topraklarda ve hatta bu gezegende kayıp bir neslin ürünü olarak ömrünü yarım tamamlayacaksın, göremeden evrenin o muhteşem güzelliğini bile, üstüne korku ve acıyla dolu bir son garanti üstelik! niye demedik?

ama karnın açtı. ilk ve en acil sorunu giderelim bari dedik. biz iki kadın, anca buna gücümüz yetti akşamın o saati belki de. döner ekmek alalım dedik. o kıçıkırık büfede, kendisi de kimbilir asgari ücrete ev geçindirmek için ağustos sıcağında günde 16 saat pişen adamın, paketi sana uzatırken o iğrenen iğrenç bakışı gördü ya bu gözler.

yaşamak, senin yanında, bir o kadar pişmanlık ve utanç kardeşim...

müzik sussunmuş. demiyor mu Ogün Sanlısoy; sen tükanını kapadın mı, çocuğunun doğumgününü iptal ettin mi, düğününden vazgeçtin mi ya da işe gitmiyorum üç gün, personele de bastım izni diyebildin mi de bana laf çakıyorsun demiyor mu? (Tam metni burada) o müzik o insanın ekmek teknesi lan gerizekalı! benim için, birkaç bir araya gelmiş sanatçının "ne olur sanatı susturmayın" çağrısından bir adım öteye geçen duruştur bu.

oturduğun yerden sıkması kolay beybabalar...

tuşlara basarak midenizi boşaltmak, oooh şöyle kızlı erkekli küfürlü küfürlü ortalığı boka bulamak kolay. sen bulanan kanı silebiliyor musun ki üstüne kusuyorsun bir de utanmadan?

sıcacık yuvanda, nefeslenirken taze mısır patlağı kokusunda, hayattaki en büyük üretimin göğsünde uyurken misal, ya da en büyük derdin salona sığdıramadığın oturma grubuyken bugünlerde, sırf HD kaliteli diye kilitlendiğin o LCD ekrandan sana gösterilmemiş vahşi doğunun yahşi batının tüm devr-i-aleminden ah bir haberdar olsan. 

yoksa yaşamak çok ağır biliyor musun adamım...

ben yazarım. kaç kitabımın kaç milyon sattığının hiçbir önemi yok. sen de müzik yapıyorsun. kaç milyonun konserlerinde kendinden geçtiği ya da albümlerinin altın plaklık olup olmadığının da önemi yok. bu işten para kazanmıyor bile olabiliriz. ama nasıl ki emek üreten adam tüm bu yıkıma karşı yapabilecekleriyle sınırlıysa ama eğer yaşamı sürdürmek ve düzelterek ilerlemek için gözleri açık, dikkati pür elinden geleni yapmaya çalışıyorsa, bir grup aymazın yargılamalarıyla hareket edecek değiliz. yaptıklarımızdan utanmamızı, üzülerek elimizi yanlara düşürüp öylece oturmamızı beklemesinler.

sadece bir kez değil her gün, sen de yaşamı yeniden formatlayabilirsin. sen de ne istediğini ya da istemediğini, gerçekten neye ihtiyacın olduğunu ve yaşadığın dünyanın neye ihtiyacı olduğunu kendine sorabilirsin. deneyebilirsin bunu değil mi? yap o zaman. lütfen orada burada bizi yaptıklarımız için eleştirmek yerine takkeyi koyup önüne, bir kez de sen düşün. kırk yılda anladığım şu ki parayla satın alınan her şey çok ucuz. herkeste var üstelik. ama o akıl, o düşünme yeteneği, o birşeyler yapma dürtüsünden ortaya çıkan yapabilme erki, işte o herkeste yok. üstelik paha biçilemez.

sende hangisi var kardeşim?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sade Hayat Kumpanyası

Gülüşü güzel, dev aynasında  Masmaviydi gözleri. Gördüm. Elimi tuttu sonra, Kızıldı saçlarım, Sarı değildi onunkiler oysa. Sözleri bir çar...