Farkındasınız; sosyal medyada arkadaş listenizin durumuna göre günde ortalama üç-beş kez görebildiğiniz bir “talep”, kâh bir resim üstü yazı, kâh bir kişisel “fikrim şu” mesajıyla, gündemdeki “istenmeyen tüyün” cinsine göre güncellenerek sunuluyor.
Özellikle resim üstü yazılı paylaşımlar tıpkısının aynısı. Nefret
söylemi başlığı altına yazabileceğiniz bu paylaşımlar, konu Kürtler olunca bir bayrak
direğini “buyrun münasip bir şekilde taşıyın” (daha açık yazmak ağırıma
gidiyor) şeklinde dile getirirken, son dönemde konu mülteciler olduğunda “işlerimizi
elimizden alacaklar, kadrolara yerleştiriliyorlar”, “nüfus kağıdı veriliyor, oy
kullandırılıyor”, “para alıyorlar, hastanelere bedava gidiyorlar” şeklinde bir “defolsunlar
gitsinler” isyanına bürünüyor. Dahası, bu son tezahür, Kürtler için de sık sık
yapılıyordu şimdi mesele başka şeye evrildi. Aslında uzun lafın kısası, hep
elimizden alıyorlar, cebimizden çalıyorlar, hakkımızı yiyorlar ve nereye
veriyorlar? Ötekine. Ah o öteki, bir defolup gitse de biz bize kalsak, bak gör
o zaman refah seviyemizi sen! Peki Avrupa’daki Türkler oranın ötekisi olmuyor
mu? Ama yook, Türkiye dışındaki her Türk, gittiği ülkenin fedaisidir ve orayı
fethetmeye gönderilmiş gibi haklı bir iddiayla yaşar. Yani buradakiler öyle
hayalini kurar. Ezik/mağdur edebiyatının arabesk soslu versiyonu mu desek ne
desek buna?
Genelgeçer bir bakış açısıyla herkesin bu konuda söyleyeceği
farklı fikirleri olabilir ama bilgisi olmayanın fikrinin olması da bu ülkede en
çok yakındığımız olgulardan biridir (ve en trajikomik olanıdır). Bugün bunların
“kralına” denk geldim: Diyor ki paylaşımda, zamanında Bulgaristan’dan da göçmenler
geldiydi, onlardan hiçbirini hırsızlık, tecavüz suçları işlerken, sokaklarda
dilenirken vb görmedik. Onlar bunu asla yapmazdı ama Suriyeliler yapıyor.
Kan beynime sıçradı…
Hadi tamam, herkesin düşüncesi kendine, sosyal medya
hesabında paylaşabilir, orası şahsi alan denebilir. Tamam, da en sade tabiriyle
bu nefret söylemi (hakaret, aşağılama, ayrımcılık, tehdit, şiddete teşvik ve
benzeri diğer suçları eklemiyorum, salt nefret duygusunun pompalanması), sosyal
medyadaki şahsi hesaplar üzerinden her paylaşıldığında beğeniler ve yorumlar
sayesinde en az on katı sayısınca bir kitleye saniyeler içinde ulaşıyor. Kabaca
her gün sosyal medya hesaplarımızdan birbirimiz üzerinden milyonlarca kez
mülteci go home diyor, denmesine izin vermiş oluyoruz, en acısı denmesine maruz
kalıyoruz.
Daha da kötüsü, birkaç hafta önce benimle aynı minibüse
binen ve kucağındaki bebesiyle elindeki oturum izin belgesini sanki varlığının
kanıtı olarak bir saniye bırakmadan bekleyen mülteci kızı unutmayacağım. Oturacak
yer gösterilince kenarına ilişmesini, kıza tiksinerek bakan ve utanmadan sesli
sesli “ay bitmedi bunlar hep de böyle doğurup doğurup…” demeye kalkan teyzeyi
ve kızın bunu anlayan üzüntülü bakışını, aceleyle inecem inecem deyişini, benim
de teyzeye inşallahlı lafları takır takır sıralayışımı asla unutmayacağım. Oh
içimin yağları eridi! Nefret suçu öyle değil böyle işlenir teyzehanım dedim, “bir
gün ölüm korkusuyla kaçmak zorunda kalırsan, sen de böyle bilmediğin elin
memleketinde titreye titreye yolculuk ederken bu günü hatırlarsın inşallah,
umarım geri dönebileceğimiz bir vatanın kalmaması ne demek öğrenmek zorunda
kalmayız.”
Bakınız, ben Suriyeli mültecilerin en az olduğu, daha çok
Iraklı mülteci barındıran ve görece bu konudaki en az olaylı/örnekli kentte
yaşıyorum ve buna rağmen kasaba görünümlü göt kadar kente sığamıyoruz. Dilini
bilmediği insanlar arasında, ilk defa deniz görmüş bir gencin ürkek bakışlarını
bir gülümsemeye sığdıramıyoruz, rabbiyesir! “Bunlar da peydah oldu, artık
buradan denize girmemeli” diyebilen hıyarlarımız var bizim. Özelleştirmeye
peşkeş çekmelere doyamadığınız o kıyılarda nefretinizde boğulun diyesim var da
işte, içimdeki nefret değil. Kahır.
Farkında mıyız bilmiyorum, başta bahsettiğim sözlü ve yazılı
nefret söyleminin demlenmesine izin veriyoruz ve sonra bir gazetecimiz çıkıp “ne
zaman bu kadar acımasız/vicdansız oldunuz?” derse tek yapabildiğimiz helal
olsuncu bir tavırla alkış tutmak oluyor. Tutmayın. Yani en baştan bu nefret
söyleminin yayılmasına alkış tutmayın.
Diğer bir deyişle, sosyal medyada senin bebişinle veya
kedinle olan diyaloğun seni bağlar ama mültecilere (insanlığa) yönelik nefret
söylemin salt seninle sınırlı kalır mı?
Örneğin, yolda yürürken biri bir diğerine ağız dolusu küfretse,
öyle böyle değil, analı-bacılı cinsten. İrkilmiyor musunuz? Şahsen ben bırakın
küfrü, “sen var ya ben olmasam…” diye egolanan birini (kadın erkek fark etmez) mesela,
o an terinde boğmak istiyorum. Kıyafetimize laf ettirmiyoruz, özgürlüğümüze laf
ettirmiyoruz, Avrupa bizi kıskanıyor, Amerika’da Trump’ın dilinden düşmüyoruz. Peki,
konu küfür olunca kabaran duygularımız nefret söyleminde niye arkasını dönüveriyor?
Hayır, insanlıktan istifa formunu zorla mı imzalattılar, yoksa gördünüz de bir
çırpıda üstüne mi atladınız? Yahu ölümle kalım arasında önce denize dökülen
sonra kıyılara vuran, bir zamanlar evladı anası sevdalısı olan cansız bedenleri
hafızalarında taşıya taşıya yaşam savaşında savrulan insanlara topyekün bok
atmak ve nefret kusmak da neyinnesi? Nasıl bir garabetsiniz siz? Utanıyorum
yazarken yahu!
Nerede kalmıştık? Diyor ki paylaşımda, zamanında Bulgaristan’dan
da göçmenler geldiydi, onlardan birini hırsızlık, tecavüz vb suçları işlerken,
sokaklarda dilenirken vb gördünüz mü? Onlar bunu asla yapmazdı ama Suriyeliler
yapıyor. (özetle böyle diyor). Bunu beğenenler arasında kimlerim yok ki…
Bu yazıyı şu noktaya kadar veya sonrasında yumruğunu sıkıp daha
sonunu getirmeden, üstüne kusmak için hazırda bekleyen varsa, sen şuradan dön, sana
diyecek lafım yok, zaten bu yazı senin için yazılmamıştı. Ama ötekiler, egolarınızı
şuraya bir park edin bakalım önce. Bak kardeşim. Madde madde aradaki benzerlik
ve farkları sıralayalım, tabii sizin bakış açınızla.
Birincisi, Bulgaristan’dan gelen göçmenlere “kardeşlerimiz”
diyordunuz Suriyeli mültecilere “onlar” diyorsunuz. Çünkü Bulgaristan’dan
gelenler Türk idi, Suriyeliler değil. Avrupa’daki göçmenlerimiz Türk ama
buradaki Kürtlerin Türk olmayışı gibi. Sen insan mısın önce onu bir deyiver de
rahatlayalım.
İkincisi, Bulgaristan’dan gelen göçmenler, Suriyelilerle
eşdeğer olmasa da (karşılaştırma yapmak bana düşmez), bir zulümden kaçarak
gelmişlerdi ve devletimiz onlara kapıyı açmıştı. Zulmü kınamış ve kesinlikle
gelen göçmenlerin haklı durumda ve mağdur olduklarını bize tane tane
anlatmıştı. Açmak gerekirse Bulgar göçmenlerine başlarını sokacak bir ev,
geçinebilecekleri bir iş bulabilmeleri, üniversitede öğrenciyken gelenlerin
çeşitli üniversitelere girebilmeleri sağlandı. Ben bu ikinci gruptan en az
on-onbeş kişiyle aynı okulda-yurtta yaşadım. Ne güzel insanlardınız! Doktorlara
hastanelerimizde çalışma imkânı tanındı, belki tam kapasite hakları olmadı ama
mesleklerini icra ettiler, üstelik Bulgar göçmeni doktorlar inanılmaz derecede
iyi eğitimliydi. Mezun olanlar ve halihazırda mezunlar çeşitli kurumlarda
çalıştılar, bugün emekliliği gelen bile vardır. Evet, şimdi geriye bakınca
Bulgar göçmenleri hiç de sokaklarda dilenmedi, tecavüze suça karışmadı. Bunu
net söyleyebilecek güzel anılar biriktirmiş bu ülke demek. Ama mesela…
Suriyelilere de kapılarını açtı devletimiz. Yalnız bu kez,
onların topraklarından sürülmüş olması veya kaçmak zorunda kalmaları kendi
kararlarıymış, buraya keyfiyetten gelmişlermiş gibi bir durum peydah oluverdi. Bu
tam da Kürt düşmanlığının, ötekileştirme muhabbetlerinin, yurtdışındaki zulüm
gören kardeşlerimiz haberlerinin ardı sıra geldi. Net anlatılamadı yaşanan
felaket belki. Suçlu kim, devlet mi? Eeh iddiaların bir kısmı bu yöne
evrilebilir çünkü kimliği veren de devlet, oy kullandıran da, işe alan da,
parayı veren de… (şikayetler bu yönde). Zaten talepler de devlete, kovun
bunları ülkelerine geri diyor. Gidecek bir yerleri kalmış gibi…
Ama bu, Bulgaristan göçü ve Suriye’den kaçışlar arasındaki onca
yıllık siyasetin/politikanın ve değişen siyasi konjonktürün konusudur ve burada
tartışmak için çok uzun. Yani Bulgar göçmenine yardım eden devlet ile
Suriyelilere yardım eden devlet arasındaki karşılaştırma/benzerlikler değil
konumuz. Zaten siz de bunu hiç tartışmıyorsunuz. Asıl olay da bu. Lakin biz,
toplumca öğretilmiş/öğrenilmiş Kürt düşmanlığımızla zaten başka bir millet olan
Suriyelilere öyle kolayca hoş geldin dememeye hazırdık, kabul edelim.
Üçüncüsü, Bulgar göçmeni “kardeşlerimize” birçok haklar
tanındı, avantajlar sağlandı veya en azından hızla adapte olabilmeleri için
herkes elinden geleni yaptı. Suriyeli mültecilere de benzer şekilde yardımlar
yapılıyor ve destekler veriliyor. Ama onlar kardeşimiz değil ki di mi? Lan tabii
yapacağız! Lütfettin sanki! Hakikaten söyle, insan mısın bilelim önce.
Bulgar göçmenlerimiz canımızdı diyor mesaj. Halbuki o zaman
da şöyle bir söylem vardı; Bulgar göçmenlerinin üniversitelere “çok kolay
sorulu YÖS-Yabancı Öğrenci Sınavıyla” şıpadanak alındıkları, en kral bölümlere
hak etmedikleri halde yerleştirildikleri iddiaları ortalıkta dolanırdı. (Tanıdığım
Bulgar göçmeni arkadaşlarım arasında, aslında Sofya’da üniversitenin üçüncü
sınıfındayken burada birinci sınıftan başlamak zorunda olan da vardı, benimle
aynı sınıfta sonradan gelmesine rağmen benden çok daha fazlasını bilen de.
Sınav kolay molay değildi, insanlara hiç de kolayına yardım edilmiyordu. Birdenbire
hiç tanımadıkları, uzaktan bildikleri bir memlekette, aslında vatan/ev
bildikleri yerden uzakta, tırnaklarıyla kazıya kazıya tutundu hepsi.)
Naim Süleymanoğlu’nu hatırlıyor musunuz? Alkışlarla bağrımıza
basılan göçmen sporcumuz hakkında zamanın başbakanı Turgut Özal’ın Bulgarlara
örtülü ödenekten milyarlarca lira verdiği iddia edilir. Sayesinde ülkemiz
madalyalarla coştu. Ama 1996 Olimpiyatlarında katıldığı yarıştan 2 gün önce
olimpiyat köyünde çıkarttığı rezaletin anlatılamayacak boyutta olduğu söylenir
(ekşisözlük’ten). Sonra içki-olaylar vb derken en son sanırım MHP’den siyasete
de atıldı. Ne oldu bilen var mı? Demekse Bulgar göçmenleri hiçbir sorun
çıkarmadı ama Suriyeliler öğğk pis derken az bir durmak lazım. Öte yandan Naim
Süleymanoğlu’nu buraya aldıksa arada Tanju Çolak ve jaguar meselesini de
hatırlatalım ki eşitlik sağlansın. Yoksa Naim’le bir sorunumuz yok. Sorunsa her
yerden çıkabilir demek maksadım.
Bilgin yoksa fikrin olmasın burada başlıyor. Sayısız
mühendis, doktor, hemşire, ekonomist, çeşitli konularda uzman insan, sosyal
bilimci ve akademisyen, işçi, teknisyen, öğretmen ve evhanımı/erkeği ve onların
çoluk çocuğu, dedeler, nineler, askeri öğrencisi… Milyonlar, Suriye’den
ayrılmak zorunda bırakıldı. Kaçtı. Kimileri isteyerek gelmiş olabilir. Ama
birçoğunun nasıl geldiğini ben çevirdiğim kitapta ağlaya ağlaya yazdım, oradan
biliyorum. Aklın hafsalan almaz canım! (acı bir versiyonunun karakalem
resimlerini çizdiler, uluslararası simge yaptılar, Alyan bebek, hatırladın mı?
isyan bayrağı çekmiştin.) İnsanlar evlerinden sürüldü, işkence gördü, aileleri
gözlerinin önünde öldürüldü. Tecavüze uğradı, satıldı, kaçabilen kurtuldu
geldi. Kaçamayanların topraksız gömüldüğü yerle bir edilmiş kentlerin
hayaletine baka baka geldiler. Bir hayal et. Mesela şunu hayal et, savaş,
hayatın rutinlerini alır elinden sırayla. Çay-simit hayatın rutinlerinden
biridir. Diyaliz ve kemoterapi de öyle. Diyelim ki diyalize/kemoterapiye girdiğin
o merkez/hastane bombalanmış. Napıcaksın bebişim?
Giderek artan sayıda ülkem insanı diyor ki (bu paylaşım
manyaklığına göre) eğitimli Suriyeli mülteci işimizi elimizden alıyor,
eğitimsizi de ne olursa olsun bir işe yerleştirilince yine bizimkilerin ocağına
incir ağacı dikiliyor. Gitsinler bunlar. Zaten adları hep tecavüzle, suçla,
sokakta dilenmekle, üçer beşer çocuk doğurmakla anılıyor. Öyle mi? Bulgar
göçmeni kardeşlerimiz işlere yerleştirildiğinde el ele verdik hiç gık etmedik
de şimdi neden Suriyelilere gıcık kapıyoruz hiç sordunuz mu kendinize? Bunun nedeni
Suriyelilerin kardeşimiz olmaması mı? En azından o zaman buna dayanabilen insanlığımız,
onbeş yirmi yılda nasıl tuzla buz olmuş olabilir? Suriyeliler mi doğuştan
suçlu, kötü ve sırf gittikleri yerleri bozmaya odaklı insanlardır? Yoksa bu
tanım ötekisi olduğumuz bir başka milletin nefret söylemine çok benzemiyor
mu? Ya da durun şöyle sorayım, şimdi dünyanın bir yerindeki tüm kardeşlerimiz
zulüm var deyip topluca geri gelse, ne yapacağız? Suriyeliler tu kaka olsun ama
kardeşimsin sen gel, işim de senin ekmeğim de mi diyeceğiz? Nasıl bir mahlukatız
biz o zaman? Kısacası o zaman da bilginiz yokken fikriniz vardı, bugün de öyle.
O zaman da bok atıyordunuz şimdi de aynı haltı yiyorsunuz. Bir memnun edemedik
sizi!
Oysa insan olmak, böyle zor zamanlarda yaşanan olaylar arasından güzel
şeyleri görmeyi ve hatırlamayı gerektirir. El ele tutuşmayı, yaraları sarmayı
gerektirir. İnsan olmanın anlamı budur. Neden şimdi böyle değiliz?
Elimizden alınan işler derken; geçende bir haber vardı, tek
tecrübesi gençlik kolları üyeliği olan birine üst düzey bürokrat kadrosu mu
vermişlermiş neymiş, nooldu o haber bilen var mı?
(olaya başka pencereden bakmaya hazır olanlar için, Suriyeli
kardeşlerimiz ne güzel işler yapıyor: https://tr.globalvoices.org/2017/01/turkiye-suriyeli-sanatcilari-kesfediyor/)