31 Aralık 2018 Pazartesi

Ocak 2019’da Dizilere Mola: Ekmek Yoksa Pasta Yiyelim

Kanalların en büyük gelir kaynağı, özellikle “reklam arası dizi” tadında yerli dizilerin içine yerleştirdikleri reklamlar. Yılın sonu geldiğinde bu reklamların yıllık sözleşmeleri yenilenmeden, kanallar da yeni bölüm yayınlamak istemiyor haliyle. Bu yıl bu süre iki haftadan üçe çıktı. Tüm kanallar anlaşmalı olarak Ocak ayında üç hafta boyunca dizi yayınlanmama kararı aldı. TRT hariç.
Dizilere ait her şeyi bulabileceğiniz BirDiziHaber yemedi içmedi, bu sürede uzak kalacağınız yerli dizilerin yerine, izleyebileceğiniz başka örnekler hazırladı. Diğer bir deyişle, ekmek bulamadığımızda yiyebileceğimiz pastalar şunlar:

Söz – Homeland

Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda kurulan antiterör timi ve başlarındaki Yavuz kâh yabancı üslere girer, kâh sınır boylarında dolanır, ülke güvenliğini sağlamak için karanlık sularda yüzer durur. Star TV’de yayınlanan Söz dizisinden ayrı kalacağınız üç haftada sizlere benzer bir format öneriyoruz: Homeland.
Showtime kanalının, İsrail yapımı Prisoners Of War’dan esinlenerek çektiği Homeland, her sezonunda dünya genelinde farklı politik meseleler üzerinden (ama konu hep terörizm) ABD dış politikası ile CIA merkezli dış operasyonlara değişik bir gözle bakıyor. Dizinin sekizinci sezonu yeni yılda başlayacak. Bu arada ilk yedi sezonu izleyebilirsiniz.

Yasak Elma – The Affair

Fox TV’de yayınlanan Yasak Elma dizisi, zengin ve güçlü işadamı Halit ile üçüncü eşi Ender arasında başlayan ve özel beslenme takip asistanı olarak işe aldığı Yıldız’ın dördüncü eş olarak aileye katılmasıyla devam eden, tuhaf bir bireysel hanedanlık hikâyesi. Dizi, oyuncu Talat Bulut’a yöneltilen taciz iddiaları ve dizideki karakteri Halit’in kadınlarla iletişiminde gösterdiği kabalıkla (ağır eril dili çok eleştiriliyor) anılıyor. Hazır Yasak Elma yokken izleyebileceğiniz dizi The Affair.
Cole ile evli olan Allison, bir trajedinin ardından evliliğindeki ve hayatındaki parçaları birleştirmeye çalışan genç ve güzel bir garsondur. New York’ta hem yazarlık hem de öğretmenlik yapan Noah’ın ise mutlu bir evliliği vardır. Eşinin babasının Long Island’daki malikanesinde tatil yapan Noah, burada Alison ile tanışır. Tanışmanın ardından ikisi için de hayat ve ilişkileri karmaşık bir hal alır. Duygularına yenik düşüp yasak bir aşk mı yaşayacaklar yoksa eşlerine sadık kalabilecekler mi?

Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz – Sopranos

Derin devlet ve mafya konulu, dizisinden filmine yıllara yayılmış kamu spotu kıvamındaki Kurtlar Vadisi’nden erken ayrılan Oktay Kaynarca’nın Adanalı dizisi beklentileri de havada kalınca, Süleyman Çakır karakterini hayata döndürme çabasının sonucunda Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz doğdu. Ama biz olsak Sopranos izlerdik. Neden?
New Jersey’de bir Amerikan-İtalyan mafya ailesinin patronu olan Tony Soprano’nun meslek, suç, şiddet, aile, adalet ve dostluk kavramları arasındaki denge kurma mücadelesini anlatan dizide, aile bireyleri ve Tony’nin yakınında bulunan insanların hayatından da kesitler sunuluyor. Sopranos yayınlandığı dönemde birçok ödül alan, büyük bir izleyici kitlesine sahip diziler arasında yer alıyor. Mafya ailesi nasıl olunur, racon nasıl kesilir öğrenmek için bu soğuk kış günlerinde bıkmadan izleyeceğinizi düşündüğümüz bir dizidir Sopranos ve kimilerine göre 1970’lerde başlayan efsane film serisi Godfather’ın spinoff’u gibidir.

Kadın – Woman

Star TV’de yayınlanan ve izleyicisi tarafından çok sevilen Kadın dizisinin yerine önereceğimiz dizi yine kendisi, pardon aslı. Uyarlandığı Japon mini dizisi Woman ile ilk kurgu açısından benzeyen Kadın, daha sonra hikâyeyi başkalaştırmakla, Woman’ın finalinde ölen başkarakter Bahar ilik nakli beklerken dur durak demeden çalışıp didinebildiği için gerçekçi olmamakla suçlanıyor. Bunda asıl dizinin sınırlı süresi nedeniyle yerli versiyonun uzatılmak zorunda olmasının payı var. Özge Özpirinççi’ye Altın Kelebek ödülü getiren Kadın dizisi, anne ve çocuk karakterleri bir bulaşık deterjanı reklamında buluşturarak toplumsal cinsiyet konusunda da mesaj vermeyi ihmal etmedi.

Sen Anlat Karadeniz – Law and Order: SVU

Hayatının çoğunda bir erkek şiddetine maruz kalmış genç bir kadının, kendini kurtarabilmek için yine bir erkeğe ihtiyaç duyduğu mesajını temel alan Sen Anlat Karadeniz, senaristlerine göre kadına şiddet meselesini gündeme getirmek ve şiddete dur demek için yazıldı. Ancak dizi, kadına şiddeti uzatılmış şiddet sahneleriyle anlatması bakımından şiddetle eleştiriliyor. SAK izleyemeyeceğiniz günlerde size önerimiz Law and Order: SUV (Special Victims Unit).
28 yıldır ekranlarda olan suç temelli dizi Law and Order’ın yan dizisi Law and Order: SUV 1999 yılından bu yana 457 bölümü geride bıraktı. Mariska Hargitay ve Christopher Meloni’nin başrollerini paylaştığı dizi, cinsel saldırı suçlarına yönelik konusu, kurgusu, mesajları bakımından haklı bir başarının sahibi. Yok ben SAK’dan alışkınım, biraz daha gerilim istiyorum derseniz Criminal Minds da uzun yıllara varan bir başka başarının sahibidir. En azından bu iki dizide erkeğin yaptığı yanına kalmıyor…

Çocuklar Duymasın – This Is Us

Birbirine katlanamayan, erkeğin baskın olduğu, aile içinde sürekli eleştirel ve mutsuz bir iletişim yolu benimseyen iki çocuklu bir çiftin hikayesi. Bu çiftin tamamen zıddı bir çiftle ebeveynleri, komşuları ve iş arkadaşlarıyla birlikte yaşamlarını konu alan dizi, örnek aldığı Türk ailesinin kutlanacak önemli gün ve haftalardan memlekette yaşanan olaylara kadar her şeye gösterdiği hızlı refleksiyle kısa sürede sevildi. O kadar ki ilk seri final yaptıktan yıllar sonra tekrar çekildi. Çocuklar Duymasın’dan bahsediyorum.
Aile içi dram, tatlı itişmeler, sorunlarla başa çıkmalar, günlük yaşam koşuşturmalarının insanlar üzerindeki etkisi, esprili bir dil. Kimi zaman gözyaşı, ama hep bir umut, hep bir mutluluk çabası, hep hayallerine koşan insanlar. Hayır elbette This Is Us’tan bahsediyorum. Çocuklar Duymasın kamu spotunun yayınlanmadığı günlerde, NBC kanalının bu sıcacık Amerikan dizisini izleyerek aile bağları, ikili ilişkiler ve umut konusunda yüzünüzde bir gülümsemeyle tamamlayabilirsiniz Ocak ayını.

Muhteşem İkili – Rizzoli and Isles

Gençliğimin filmi Tango&Cash’in televizyon dizisine uyarlanacağını duyduğumda, içimi bir hüzün kaplamıştı. Nasıl olacaktı da iki tipik Amerikan polisinin yerine kahraman Türk polisini koyacaklar ve meyanı tutturacaklardı? Beklediğim oldu, maya tutmadı. Ama ne yapalım sonuçta komiser Barca ve MKC de kendi çapında bir kitle yaratmıştır. Amerika’da eğitim görmüş, yoga ve kinoadan beslenen MKC ile bu toprakların çocuğu Barca’nın aynı ekipte hem düşmanlara hem de birbirlerine karşı verdikleri mücadeleyi, havalı aksiyon sahneleriyle anlatan dizinin yerine önereceğimiz ikili dizisi Rizolli ve Isles.
Bir dönemin çok sevilen dizisinde başrolleri Angie Harmon ve Sasha Alexander paylaşıyor. İkilinin ve ekibin atışmaları, olayları çözmeleri, emniyet ve adli tıp arasında, İtalyan-Amerikan havasıyla tatlandırılmış dizi, polisiye severlerin çok hoşuna gidecek.

Arka Sokaklar – NCIS: New Orleans, Hawaii Five-O

Bu ekipte her zorluk var, ölmek yok. Hüsnü Çoban’ın çocuklarının yaşlarına göre hangi sezonda olduğunuzu çözebileceğiniz ve şu anda on ikinci sezonu yayında olan dizinin alternatifi çok. KanalD dizisi Arka Sokaklar’ın tekrarları yayınlanmayan bir gün ve saat bulabilirseniz, biz NCIS: New Orleans ve Hawaii Five-O dizilerini öneriyoruz, siz tüm CSI serisini ve başka birçok polisiye diziyi de arka arkaya izleyebilirsiniz.

İkizler Memo-Can – Young Sheldon

Doğumdan sonra badireli olaylar sonucu ayrılan ikizlerin maceralarını konu alan KanalD dizisi, Küçük Ağa dizisinin yan dizisi kıvamında ilerliyor ve başrolündeki küçük oyuncu Emir Berke Zincidi’nin etrafında şekilleniyor. Eğer çocuk oyuncu merkezli bir dizi isterseniz, The Big Bang Theory’den tanıdığımız Sheldon Cooper karakterinin çocukluğunu anlatan Young Sheldon dizisi tam size göre. Matematik yeteneği ve sivri zekası bir yanda, sosyal yaşamda karşısına çıkan zorluklar öte yanda, genç Sheldon’un başına gelenler sizi çok eğlendirecek.

Bir Zamanlar Çukurova – Downton Abbey

1970’li yıllarda, İstanbul’da evlenme hazırlığındaki iki gencin yolları istenmeyen bir olayla ayrılır. İkisinin de yolu Çukurova’nın uçsuz bucaksız ikliminde kesişir. Her şeye rağmen aşklarını yaşamaya kararlı bu çift ve çiftliklerinde çalıştıkları Yaman ailesiyle aralarındaki ilişkiyi anlatan Bir Zamanlar Çukurova yayında değilken önerdiğimiz dizi Downton Abbey.
İngiltere’de geçen bir dönem dizisi olan Downton Abbey, ünlü Titanic’in batmasıyla aileden iki varisini kaybeden Crawley ailesi ve çalışanlarıyla ilişkilerini anlatıyor. 1912-1920 yılları arasında geçen dizinin 2019’da filmi de gelecek. İyisi mi siz bu birkaç haftada diziyi aradan çıkarın. Ben ki İngiliz dizilerini çok severim, bu diziyi özellikle tavsiye ediyorum.

İstanbullu Gelin – The Crown

İstanbul’daki New Age hayatından Bursa’da 100 yıllık konak yaşamına transfer olan Süreya ve konağın sultanı Esma Hanım arasında geçen iktidar savaşını anlatan… Şaka şaka. Bursa’da yaşayan Boranların İstanbul kökenli Süreya, Dilara ve Senem ile yüzyıllardır süren taht savaşlarını… yine olmadı değil mi? Biz size güzel bir kraliyet dizisi önerelim, İstanbullu Gelin’in yokluğunda mis gibi izleyin.
The Crown Netflix’in çok beğenilen yapımlarından biri. Dizide, Kraliçe II. Elizabeth’in hükümdarlığı sırasındaki siyasi rekabetler, aşk ve 20. yüzyılın ikinci yarısına şekil veren olaylar anlatılıyor. Özellikle Claire Foy performansı için izlenmeli.

Avlu – Wentworth

Star TV’nin güçlü dizisi Avlu, yeni bölümlerinin yayınlanmayacağı Ocak ayı boyunca tekrarlarından tekrar tekrar izlenebilir. Yok Avlu’ya doydum derseniz (ki öyle demeyin), uyarlandığı asıl dizi Wentworth’ü de izleyebilirsiniz.

Bizim Hikaye – Shameless

Yine nasıl bu kadar izleniyor anlayamadığımız bir uyarlama dizisi. Bizim Hikaye Amerikan klasiği olmaya aday, dokuz sezondur yayında olan aile dizisi Shameless uyarlaması. Daha önceleri yerli versiyonunda Ferhan Şensoy’un oynayacağı iddiasıyla gündeme gelen dizi, daha sonra bambaşka bir kadroyla seyirciye merhaba dedi. Aile yapılarının farklılığı yüzünden uyarlamanın başarılı olmasından şüphe duyulan Bizim Hikaye Fox TV ekranlarında yayınlanıyor ve Ocak ayındaki ara boyunca en azından uyarlandığı Shameless dizisinin nasıl olduğuna bir göz atabilirsiniz.

Çukur – İçerde

Eğer çukura doğrudan düşenlerdenseniz önce içeri girip hava almanız lazım. Ortama uyum sağlarken iyi gelecektir. Böyle söyleyince olmadı tabii. O zaman şöyle diyelim, Çukur havasına girmek için önce İçerde izlemenizi öneriyoruz (henüz yapmadıysanız.) Müziğinden kostümüne, mekanlarından oyunculuklarına başarılı bir dizi olan Çukur, başrol oyuncularından Aras Bulut İynemli’ye Altın Kelebek’te de ödül getirdi. Benzer bir durum İçerde dizisi için de geçerli.

Bonus: Diriliş – Game of Thrones

Her ne kadar Ocak ayı dizi arası TRT kanalı için geçerli değilse de en güçlü yapımlarından biri olarak sunulan Diriliş için biz bir alternatif seçtik. Hazır Nisan ayında final sezonuyla tüm dünyayı sarsacak, henüz izlemediyseniz bir ara Game of Thrones izleyin de taht savaşı nasıl olur karşılaştırma imkanınız olsun. Winter Is Coming sloganıyla başlayan ve yeni yılda etkileyici bir final yapacak olan Game of Thrones, ekmek yoksa pasta yiyiniz başlığımızın son önerisi. Kılıçsa kılıç, intikamsa intikam, kaleyse kale, bizden söylemesi…

Dizi mi Podyum mu? | Bir Söylem Olarak Kostüm

Dizinin belkemiğini oluşturan karakter, kendini tarzıyla gerçek kılıyor. Öte yandan bir karakterin “oturması” kavramı da bu tarzın tutarlılığına bağlı oluyor. Tarz ne kadar gerçekçi olursa karakteri de o kadar benimsiyor, konuya o kadar inanabiliyoruz. Tarz yaratımı, karakterin mekânı, eşyaları (dekor), kıyafetleri (kostüm) saç ve makyajına kadar tüm detaylarla birlikte tamamlanıyor.
Çok keskin bir ayrım olmamakla birlikte, yabancı dizilerin ticari markaların tanıtım ve reklam mecrası olarak kullanıldığı örnekler yok denecek kadar az. Modanın etkin olduğu en ünlü örnek, 90’ların Sex and the City dizisiydi. Carrie Bradshaw’ın ayakkabı tutkusu dizinin konusu kadar ilgi çekiyordu. Ana tema modern kent yaşamında kadın olduğundan, dizide modanın merkezde durması normal sayılabilir. Yine de bugün yerli dizilerde gördüğümüz ürün yerleştirme, Sex and the City dizisinin 90’larda hunharca yaptığı bir şeydi.
Yerli dizilerde kostüm meselesi, 80-90’lar arasında çoğunlukla oyuncunun temin ettiği veya kostüm ekibinin ve terzilerin elinde şekillenen, özel dikilen, modaya tutarlılık açısından örtülü biçimde bağlı olan bir konuydu. Her dizide kostüm ayrıydı. Zaten benzer kostümler olsa da pek ayırt edemeyebilirdik. O zamanlar yerli dizilerin tek derdi bir konuda sözünü söylemekti (aslında herkes gibi para kazanmaktı da bunun kolay yolunu kimse bilmiyordu). Olay nerede koptu derseniz, oraya geleceğim. Önce kostümü şekillendiren nedir, ona bakalım:

Rolün ve Dönemin Kısıtları

Bir dizide karakterin ne giyeceğini öncelikle mesleği ve karakter özellikleri belirliyor. Diğer bir kısıt da dizinin dönem dizisi olması. Resmi görevliyse çoğunlukla üniforma/takım giyiyor. 1940’larda geçen bir diziyse o döneme uygun kostümlerin hazırlanması gerekiyor. Bu kostümler özel dikiliyor ve inandırıcılığı da gerçeğe uygunluğuyla test ediliyor. Özetle dönem dizilerinin kostümlerini modaya uydurma veya tersinden izleyicide sahip olma isteği yaratma gibi bir iddiası olmuyor.
Yine de özellikle yerli dönem dizilerinde, sultanların giydiği elbiseler değilse de takıları, kullanılan dekor malzemelerden türetilen mobilyalar ve çeşitli detaylar, modaya yansıyan unsurlar oluyorlar. Muhteşem Yüzyıl dizisiyle beraber bir boya firmasının “kakule” rengi boya çıkarması ya da Hürrem’in saray kostümlerinin kına gecelerinin vazgeçilmezi bindallının yerine geçmesi bunun bir örneği olabilir.

Karakter Kısıtları

Polisiye dizilerde karakterler genelde sivil giyiniyor, rahat hareket edebilecekleri kıyafetleri tercih ediyor, modaya uymaya çalışmıyor. Görev beklemez çünkü. Arka Sokaklar ve tüm CSI benzeri diziler bu kapsamda değerlendirilebilir. Arka Sokaklar Aylin’in ayakkabılarının ya da Billions’ta Axelrod’un giydiği gömlek ve tişörtlerin markalarını bilmeyiz. Ama belki bir tarz olarak kısa topuklu botların ya da koyu renk bisiklet yaka tişörtlerin peşine düşebiliriz.
House of Cards’ta Frank Underwood “mühendis gömleği” olarak ünlenen kısa kollu kareli bir gömlek giymez. Claire de hiçbir zaman çiçekli uçuşan bir elbisesiyle Los Angeles sahilinde yürümez. The Blacklist’te Reddington o meşhur şapkaları “moda olduğu için” giymez. Yine de bir moda unsuru olarak Claire Underwood’un takımları ve sade kesim gömlekleri izleyicinin kendi tarzını belirlerken dikkate alacağı detaylar haline gelebilir.
Romantik komedi ve dram dizilerine gelince iş değişiyor. Karakterler mümkün olduğunca modaya uygun giyiniyor. Yabancı dizilerde yine karakterin tarzı, alenen modanın takibinin önünde, burada tarzıyla moda yaratan karakter unsuru daha ön planda tutuluyor. Gerçekçilik açısından gerekli görünen bu unsur, ticari boyutuyla değerlendirilince bizim sektörde kontrolden çıkıyor.
Yerli dizide modaya göre giyinmek, kostümün türünden kesimine, renginden markasına önem kazanıyor. Çünkü yabancı dizi sektöründe sponsor sorunu diye bir sorun yok. 2018 yılı biterken yerli dizilerimizin çoğunda zengin kadın karakter kesinlikle şu bel çantalarından taktı, fuları bileğine bağlayarak kombinini modaya uydurdu. Çünkü sponsor öyle istiyor… Yabancı ve yerli diziler arasında kostüm meselesindeki en önemli ayrım, sponsorun varlığı ve ağırlığından çıkıyor.

Ticari Kısıtlar

Yabancı diziler söz konusu olunca, bu başlıktan bütçe anlaşılıyor. Karakterin tarzı belirlendikten sonra, sezon boyunca konunun ilerleyişine göre kostüm, dekor ve benzeri tasarımlar da güncelleniyor, kurguya uygun seçimler yapılıyor. Başarılı yabancı dizilerde kostüm üzerinden mesaj verme kaygısı, ticari kaygıların önüne geçiyor. House of Cards’ta Claire Underwood’un son sezonda giydiği tüm kostümlerin taşıdığı bir mesaj var. Stilist Kemal Harris neden o mavi ceketin rengine “Presidential Blue” dediklerini ve Claire Underwood’un beş sezon boyunca tarzı pek değişmeyen gardrobunun ufak tefek dokunuşlarla dönüşmesinin altında yatan sebepleri uzun uzun anlatıyor.
Yerli dizilerde ise nurtopu gibi bir sponsor sorunumuz var. Yani dizinin çekilebilmesi için sermaye desteği gerekiyor ve bu konuda kostümle dekorun sponsorlar aracılığıyla sağlanması, bütçede oyuncu ücretlerinden sonraki en yüksek iki kalem açısından yapımcının elini rahatlatıyor. Yabancı dizilerde de sponsorlar mevcut ancak bunlar arasında, çekimler sırasında bölge halkına iş imkanı sağladıkları gerekçesiyle milyonlarca dolar bağışlayan eyalet/belediyeler bile bulunuyor. Bizde en büyük sponsorlar ise kostüm, dekor ve diğer ürünlerin üreticisi olan markalar.
Eskiden kostüm ekibinin bütün oyuncu kadrosu için yaptığı işi, zaman içinde kostüm ve stil tasarımı olarak ayrıştırıp markalarla işbirliği yapan stilistler ele aldı. Stil danışmanı, hem dizi kurgusu/konusuna uygun bir kostüm anlayışının belirlenmesi hem de ekran görünürlüğü daha fazla olan başrol oyuncularının kostümlerine daha fazla zaman harcanabilmesi (bunun ticari bir unsura da dönüşmesi) sebebiyle, dizilerin ayrılmaz parçası haline geldi. Şimdi, yerli dizilerimizin nasıl birer stil yarışmasına dönüştüğüne geçebiliriz.

Sıla Tokası – Şehrazat Küpesi – Eyfel Kulesi

Süper Baba’da Şevket Altuğ’un giydiği gömlekleri hatırlıyor musunuz? Markasını hatırlayan var mı? O gömlek yerine başka gömlek giyseydi, dizinin akılda kalıcılığı çok etkilenir miydi? 90’ların dizilerinde izleyicinin peşinden koşacağı kostüm/aksesuarların ortaya çıkışı, “kendiliğinden” bir meseleydi. Günümüzde kostüm bilinirliği ve kostümün bir metaya ya da ticari bir araca dönmesi konusu, diziden bağımsız olarak kurgulanan bir başlık. Yazımızın iddiası da şu ki diziler artık konularından bağımsız olarak tekstil ve mobilya/dekor dünyasının satışlarını arttırıcı birer platformdan ibaret.
İki örnek vereyim. İlki, başlıkta da adı geçen Sıla dizisinde Sıla’nın tokası, Binbir Gece’deki Şehrazat’ın küpesi ve bunların ardından gelen, metalaşmada geçişin bana göre sınırını oluşturan Aşk-ı Memnudizisinde Behlül Haznedar‘ın odasını süsleyen Eyfel Kulesi posteridir. Dizinin izlendiği dönemde sokak satıcılarından yapı marketlere kadar her yerde yok satan bu posterin bir kült haline geleceğini planlamamışlardı elbette. Ama Sıla ile Binbir Gece’den öğrendikleri bir gerçek vardı: İzleyici, dizideki kostüm, dekor, aksesuar gibi malzemelere ilgi gösterebiliyor, her dizide piyangodan çıkar gibi bir nesne “yok satabiliyordu.”

Dizi modası mı moda dizisi mi?

Aşk-ı Memnu’da Bihter’in yüzükleri de trend olmaya başlayınca, stil ekibi bir deterjan markasının reklamında çekimler sırasında kıyafetleri nasıl bembeyaz, tertemiz tuttuklarını, lekeleri nasıl hızlıca çıkardıklarını anlattı ve ticarileşmede yeni bir evreye girildi, ufukta gemi göründü ya da ip koptu.
Artık Siyah Beyaz Aşk dizisinde doktor Aslı’nın bileğine bağladığı fuların Ufak Tefek Cinayetlerdizisinde Merve’nin de bileğinde görülmesi esas olandı. Neredeyse tüm yerli dizilerde zengin karakterlerin kıyafet üstüne bel çantası takması da “moda oldu.” Ortalık “bu hafta hangi dizide kim/ne giydi, nereden kaça alınır?” başlıklı video ve blog yazılarından geçilmiyor. Karakterin oynadığı role göre öyle giyindiğini düşünmek yerine “bu Bahar da bir türlü bir tarz tutturamadı ayol” demek de moda oldu.
Dizilerin modasının peşine düştüğümüz günlerden, modaya uygun dizilerin çekildiği, hatta modanın dizisinin çekildiği günlere geldik. Artık sponsorlar bölüm sonu jeneriğinde akan yazı eşliğinde birer logo halinde yer almakla yetinmiyorlar. Ürün yerleştirmelerle bizzat bölümün içinde kendilerine ayrılan süreler var. Süper Baba’dan Ufak Tefek Cinayetler’e 20 yıllık bir pencereden şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Şevket Altuğ’un ne giydiğini hatırlamıyoruz ama Ufak Tefek Cinayetler’in geçen haftaki bölümünde birçok karakter bölüm boyunca aynı kıyafetleri giydi diye “sponsor elini mi çekti, final yakın mı” dedikodusu dolandı moda sitelerinde. Haksız çıkmadılar lakin…
Reytingleri düşen bir dizide böylesi bir şüphe duymak için konuya, kurguya en önemlisi de oyunculuklara bakmak gerekirdi. Karakterler defiledeymiş gibi her sahnede kıyafet değiştirmiş olsaydı da bir şey değişmeyebilirdi. Öte yandan, Ufak Tefek Cinayetler dizisinde başından beri iyi olan şey dekor ve mobilyalar, o takımıyla kabanı aynı renk kostümler ya da otomobil fiyatına aksesuar ve takılar değil, çoğu sahne tozu yutmuş oyuncuların gerçeği aratmayan performanslarıydı.

Eşi benzeri olmayan “designer” dizi

Son dönemde yerli dizilerle birlikte ortaya çıkan bir durum da kostüm seçiminde modanın büyük üreticiler ve markalar üzerinden değil, çoğunlukla özel tasarım çalışan ve ismini yeni duyuran “designer” kimseler üzerinden yapılması. Bir yandan dünyaca ünlü markaların Rihanna’dan Demet Akalın’a her köşe bucağa sirayet eden ürünlerinin dizi yerleştirmesi mutlaka yapılıyor. Böylece izlediğimiz karakterler de modaya uydukları için belki daha çok benimsiyoruz onları.
Diğer yandan birçok yeni “designer”, yerli diziler sayesinde Batı’dan başlayan modanın izlerini takip ederek kendine bir yayılma alanı buluyor. Böylece Gigi Hadid’ten Hadise’ye kadar herkesin üstünde gördüğümüz o ceketi alacağımıza ve pişti olacağımıza, o son bölümde Pelin’de gördüğümüz, kimselerde bulunmaz kürklü ceketle triko kazağı 1300 lira verip alıyoruz. Benzersiz ve tarz sahibi bi’kimse oluyoruz. Bir de bunun aksi oluyor tabii:
Yazımın finalinde sizleri çok sürprizli sahneler beklemiyor. Umulmadık şeyler de söylemeyeceğim. Sadece kişisel kişisel dertlenmek istiyorum: Sizce de bir dizide tam bir sahnenin ruhuna kapılmışken ortaya bir ürün yerleştirmenin çıkıvermesi ve karakterin repliğinin (hatta arkaplandaki müziğin bile) değişmesi tuhaf değil mi? Dizilerde karakterlerin ellerine tutuşturulduğu, tarzlarına göre oluşturulmadığı aşikar kostüm, aksesuar ve diğer her şeyden sıkılmadınız mı siz de? Stil yarışmasında İvanacığımın ve Nurellacığımın karşısında ter döken yarışmacı gibi her bölümde birbirinden renkli ve özel kombinlenmiş kıyafetlerle, oyuncuların podyumdaymışcasına rol kesmeleri artık kabak tadı vermedi mi?
O zaman benim gibi yapın; bunlardan sıkıldıysanız, dizi izlerken oyuncuların o sahneyi bir kot bi tişörtle (ya da eşofmanla) oynadıklarını hayal edin. Eğer sahne aklınızda kaldı, ruhu size geçtiyse ne âlâ, bilin ki oyuncu iyi, kurgu iyi, senaryo güzel. Basın alkışı…

Game of Gramer Vol.2: Dizilerin Eril Dili

“Sen benimsin”, “Benden kaçamazsın. Seni asla bırakmayacağım”

“Artık düşünme bunları. Ben varım”, “Sana dokunanın/laf edenin canını alırım”

“Mutlu olmalısın. Çünkü ben varım. Yalnız değilsin”, “Sen bir (soyadı)sın”

Varoşlarda sokaklarda büyümüş, kabadayı kılıklı tasvir edilen erkek karaktere eşinden bahsederken “benim karı” dedirtmekle değil derdim. Birincisi, bu sözü söyleyen erkeğin hikâyede olumlanması, onay görmesiyle, ikincisi de bu ve benzeri ifadelerin zaten toplumdan, içimizden çıktığı, dizilerin bunları sadece yansıttığı iddiasıyla barışık değilim. Üstelik salt kelimelerde değil, davranışlarda da gizli erkek egemenliği ve kadın edilgenliğiyle sorunum var. Anlaması çok kolay, hazmetmesi zor.
Demem şu ki spottaki replikler Recep İvedik veya Şevkat Yerimdar gibi bir karaktere ait olunca gülüp geçiyoruz. Ufak Tefek Cinayetler’in Serhan’ına ait olduğunu söylesem bir türlü, Sen Anlat Karadeniz’in Vedat’ına (veya Yasak Elma’nın Halit’ine) ait olduğunu söylesem başka türlü tepki verirsiniz. Oysa bu cümleler birkaç değişiklikle, hepsine ait. Nedense verilen tepki, Serhan söylüyorsa “Oya masum bir gülücük atar”, Vedat söylüyorsa “Nefes içli içli ağlar”, Recep söylerse “bastım kahkahayı valla” oluyor.

Yandan yandan sosyal mesaj

Bir yanıyla deniyor ki kadının yüceltildiği, erkeğin tüm nezaketiyle hayatın müşterekliği için el verdiği bir dizi, bir noktadan sonra inandırıcılığını yitiriyor. Dizilerde bu tür üstenci, eril ve erkek egemen dil kullanılmazsa, içinde yaşadığımız toplumun gerçeklerini yansıtmış olmuyoruz. İyi de diziler sadece olanı yansıtacaksa haberler ve tartışma programları o işi yapmıyor muydu? Dizilere ne gerek var o zaman?
Diziler toplumda yaşanmış veya yaşanması muhtemel olaylardan kurgulanan bir hikâyeyi, formuna uygun bir biçimle (dram, komedi vb) anlatma ve bu sayede popüler kültürü (veya başka mesajları) yayma amacı güderler. Bir nev’i insanı insana insanla ve insanca anlatma işi, üstelik insana rağmen. Bir yandan toplumsal olaylara işaret etme, bir düşünceyi ve bilinci aktarma gibi amaçları da var. Bunu başarabiliyorlar mı? Ne yazık ki evet. Dil de bunun en önemli silahı.
Dizilerde karakterlere anlatım açısından özel bir dil, ya da konuya özgü bir jargon yükleniyor. Bu, karakteri anlatabilmek için gerekli bir durum olsa da dizilerin birçoğunda kötüye kullanıldığını söylemek mümkün. Ağırlıklı olarak eril ifadeler içeren bu dil, erkeğin evde-işte ve sosyal hayatta nasıl bir üstünlük, kapsayıcılık ve güç sahibi olduğunu veya olması gerektiğini gizliden ya da açıktan dile getiriyor. Bir de dizi ve karakter sevilir, yansıtılan yaşam modeli benimsetilebilirse, diziler asıl görevleri olan hayatı dönüştürmeyi başarıyla sürdürüyor.

Eril adamlar muhtaç kadınlar

İlk sorun karaktere biçilen rolde ortaya çıkıyor. Yoksul, eşinden ayrı ve çocuklarıyla yaşam savaşı veren bir kadın gerektiğinde cengaver olup mahalle baskısının üstüne yürüyebiliyor. Ama karşısındaki eski eş, sevgili veya babaya yüklenen erkek egemen roller aracılığıyla bir süre sonra mücadeleden yılıp geri adım atıyor. Hoop karşısına çıkan bir erkeğin omuzuna yaslanıveriyor. Üstelik, ayrılma/boşanma sonrası erkek başkasıyla ilişki kurabiliyorken kadının böyle bir olasılıktan bile sakınması gerekiyor.
Eğer hikâye gösterişli bir yaşamın içinde başlıyorsa, kadınlar ya evdeki zengin hayatlarından sıkılarak çalışmaya karar verip aile şirketini karıştıran fettan hatun kişi oluyorlar, veyahut da zengin bir aileye girişin binbir yolunu arayan masum yoksulu oynuyorlar. Kadına bundan daha fazla bir rol biçilmiyor. Daha doğrusu, dizilerdeki kadın karakterlerin oynayacağı rolde ve kullanacağı dilde erkek egemenliğini başından itibaren kabul ve ilan etmesi gerekiyor.
Kamu spotu niteliğinde dizi örneği için İstanbullu Gelin incelenebilir. Esma Sultan‘ın da teşne olduğu başlardaki eril dili ve özellikle Faruk Boran‘ın kabadayıvari tavırlarına bulanmış eril ifadelerini saymazsak (bakınız aşağıdaki video), ikinci sezonunda bu konuda, en azından, Süreya ve dizinin diğer kadınları ortalığa yayılan bu erilliğe olabildiğince müdahale ediyor.
UTC ve Siyah Beyaz Aşk‘ta dengesiz ve şiddet eğilimli iki erkek var ve bunlardan biri eğitimli diğeri şiddet ortamında büyümüş eğitimsiz biri. Karşısına iki dizide de doktor kadın karakter yerleşimi, iki kadının da erkeğe teslimiyeti eril dilin karakterde cisimleşmiş halidir.

Bir mizah malzemesi olarak toplumsal eşitlik

Diziler toplumsal eşitliği, şiddet karşıtlığını, yaşamın yükünü paylaşmayı ve daha birçok şeyi, söylem aktarmak için değil mizah aracı olarak kullanıyor. UTC Taylan, Pelin‘den atar yediğinde ya da Serhan/Mehmet mutfağa girdiğinde arka fonda çalan müzik neşeli olabiliyor. Erkek bol sakarlık ediyor veya kadından yeni şeyler öğreniyor, komik durumlara düşüyor. İstanbullu Gelin‘de Fikret, Faruk ya da Akif eşlerinden tatlı tatlı fırça yiyor. Boran erkekleri mizahla süslenmiş olsa da çocuklarının altını değiştiren, gezmeye götüren babalar, elbette bunu eşlerine “yardım” amacıyla yaptıkları gözden kaçmıyor.
Light Selami’ye güldüğümüz gibi, Taylan’ın toplumsal cinsiyet konusundaki tökezlemelerine gülüp geçmemiz bekleniyor. UTC Pelin’in babasının replikleriyle ortalığa saçtığı erillik de sönümlenip gidiyor. Birkaç kamu spotu sahnesi hariç, kadına eril eril tepeden bakılmadığı sahne yok aslında. Hani diziler topluma iyi şeyleri özendirecekti? Birazdan örnekleyeceğim gibi, her daim illa ki “birine ait olmak” zorunda mıyız?

Ay hep dizilerden öğreniyorsunuz bunları!

Birkaç örnek daha görelim mi? Sen Anlat Karadeniz’in Nefes’i bir erkek şiddetinden ancak bir başka erkeğin korumasıyla kurtulmak zorunda olan bir kadın. Nefes neden kendi başının çaresine bakamıyor? Bu haliyle dizi, bu ülkede erkek şiddetinden kaçacak kadının bir erkeğin desteği olmazsa ayakta kalamayacağı mesajını vermekten başka işe yaramıyor. Vedat’a kızıp Tahir’e “hasta olarak” Nefes’e üzülerek geçiriyoruz saatlerimizi. Sen Anlat Karadeniz, eril diliyle bizi edilgenleştirmek üzerine kurulu nefis bir örnek.
Dizilerde şiddet gören kadın yoksa, erkeğe bağımlı kadın var. Bunlar da yoksa, erkeğin lütfuyla mutluluğu yakalayan kadın var. Seç beğen al. Ufak Tefek Cinayetler’in kendi başının çaresine bakabilecek eğitimli ve entelektüel Oya‘sı da istisna değil. Doktor olması ve iyi para kazanması Oya’yı erkek hegemonyasından kurtaramıyor. Rakibi kadın karakterlere göre daha başı dik ve güçlü olan Oya, Serhan ve Kerim Adil arasında araziyle bir tutuluyor.
Serhan Kerim Adil’e “çiftliği kim alır bilemem ama Oya benim” diyor. Sonra Oya’ya “sen benimsin” diyen de yine aynı Serhan. Oya ne yapıyor? Nihayet sahiplenildiği için gülümsüyor. Hayır yani, doktor Aslı‘ya atarlanan Ferhat (Siyah Beyaz Aşk) hiç olmazsa “güzel gün görmemişti şiddetle büyümüştü, ondan sevgisizdi ve şiddet eğilimliydi” ve Aslı da onu “tedavi etmeye çalışıyordu.” Ama Serhan, Anglo-Sakson kafasıyla Fransız okullarında ve Rönesans’ın beşiğinde büyümüş. Aslında bu eril dil asıl Serhan gibilerde sakil durmuyor mu? Oya gibilerin de buna izin vermemesi gerekmiyor mu?
Yasak Elma‘da Halit Argun eşi Yıldız‘a “sen benim karımsın, ben ne dersem o olacak, ona göre davranacaksın, git giyin şimdi” diye emirler yağdırıyor. Sonraki sahnede Yıldız hamile olduğunu öğrenince sinsi sinsi gülümsüyor. Halbuki böylesi psikolojik şiddet gören bir kadın, aralarındaki çocuk bağı yüzünden ayrılamayacakları korkusuyla gerilmeliydi. Yıldız halinden memnun görünüyor. Halit üzerinden edindiği çevreye göz kırparak organizasyon işleri alan sekreterlikten terk ev hanımı Ender tiplemesi ne kadar dişiyse verdiği mesaj o derece eril. Üstelik dizi Ender ve Yıldız’ın zengin Halit’i kafalayıp bir an önce çalışmadan para yeme arzusu, kadın ancak bunu ister ve yapar mesajı yani, tamamen eril bir kurgulama.
Dizide kendi ayakları üstünde durduğunu üstüne basa basa sergileyen Zeynep‘in Alihan‘la nihayet aşklarını yaşamaya başladığında, ilk yaptığı şeyin pilav üstü kuru olması ve Alihan’ın Zeynep’in ev hanımlığını eleştirmesi de eril dilde zirvelerden biri. Alihan’ın geçmiş travmaları bahanesiyle uyguladığı psikolojik şiddet yerini aşkla beraber klasik bir üstenciliğe bıraktığı için Zeynep sadece dırdır ediyor ama mutlu. Yine erkeğin “hallerini” kabullenen ve eril dili sineye çeken kadın makbul.
Yukarıdaki eril dil örneklerine, rolün şiddet içeriğini dahil etmeden sadece erkek egemen dilin repliklere ve kurguya yansımasını göstermek istedim. Dizilerdeki şiddet meselesini Gazete Duvar’da Tuba Torun’un nefis yazısından okuyabilirsiniz.

Bilinçleniyor muyuz?

Güzel hayatlar yaşadığını sandığımız nice kadın, tek fiske yemeden, tek tehdit almadan, güya sevildiği, korunduğu o evlerde psikolojik şiddete uğruyor. Bu yüzden dizilerin bunu göstermesi iyi bir şey. Özellikle gizli şiddetin, kadının geri plana atılmasının sadece eğitimsizlik, geri kalmışlık, yoksulluk gibi kavramlarla açıklanamayacağını, toplumun tüm katmanlarına yayıldığını göstermek açısından faydalı. Madem öyle, Vedat söylerse nefretimizi kazansın da Serhan söylerse karnımızda kelebekler uçuşmasın, Zeynep de Alihan gibi birini sevmeye devam etmesin.
Dizilerin topluma yönelik aslen olumsuz dönüştürücü etkisi, eskiden beri gelen “diziler bizi yansıtıyor” ile “diziler olmadık farazi dünyaları yansıtıyor” gibi iki zıt iddia arasında gözden kayboluyor. Halbuki, diziler sayesinde/yüzünden hayatımıza giren yeni sözcüklere, yeni davranış biçimlerine, değişen alışkanlıklarımıza bakarsak, özellikle eril dil ve erkek egemen gücün hunharca yüceltildiğini görebiliriz. Dizilerin toplumsal eşitlik söz konusu olduğunda tersine bir etki yarattığından, buna bir de şiddet öğesi eklenince, bir yandan aşırı dram yüklü hikâyelerle sorunlarla mücadele etme yetimizi elimizden alıp durumu kanıksattığını söyleyebiliriz.

Ne Yapmalı?

Bilinçlenmek ve mücadelede yalnız olmadığımızı görmek için dizilerde bu konuların temcit pilavı gibi işlenmesine ihtiyacımız yok. Eril dilin tespiti ve karşısında durulması, erkek egemen davranış ve dille mücadele edilmesinin yolu, bunun sürekli tekrar edilmesi değil, kullanımının bırakılması ve bunu yapanlara karşı durulmasından geçiyor.
  • Örneğin, senaryosunda böylesine edilgen, psikolojik şiddet gören ve buna sesini çıkarmayıp “erkektir olsun, yapsın ama başımda dursun” benzeri bir ruh halini destekleyen kadın karakterin yer aldığı rolleri almamalı kadın oyuncular.
  • Sürekli aynı güçlü zengin veya yoksul gururlu, ama nihayetinde eril dile sahip erkek rollerinden çıkmalı erkek oyuncular da.
  • Olumlu mesajları mizahın arkasına gizleyip olumsuz mesajları hayatın gerçeği adı altında yazmamalı senaristler. Yönetmenlerin küçük ekrandan göstermek istediği şey, var olanın ilanı ve kanıksanması olmamalı.
  • Bizler de izlediklerimizi rahatça eleştirebilmeli, toptan çöpe atmayıp düzeltici rol oynamalıyız. En önemlisi de toplum genelinde dizilerle oyuncularının peşinden koşarken, savunurken ve severken neyi alkışladığımızı unutmamalıyız.
BONUS: Eril dilde sıkça karşımıza çıkan ve tam karşılığını bulamadığımız, psikolojik şiddetin karşılığı olan gaslighting, şu iki videoda Yıldız ve Zehra’ya karşı hem Halit hem de şoför Kemal karakterlerinden açıkça izlenebilir. Kemal’in Yıldız’a dediği gibi “benden başka alternatifin yok.”


*Bu hafta House of Cards final sezonunu izledim ve nasıl göklere çıkarır yerlerde sürüklerim diye (hangisini yapacağımın spoilerini de vermeden) düşünürken, spoilersiz yazmanın mümkün olmadığını anlayıp şimdilik burada selam çakmakla yetinmeye karar verdim. Bu yazımla bağlantılı olarak söyleyebileceğim tek şey, eril dilin/erkek şiddetinin dişil dile/kadın şiddetine nasıl dönüşebileceğini görmek açısından bombastik bir sezon.

Hayaller Paris, Hayatlar Öyle mi? | Yerli Dizilere Göre Biz

Her şey, altı bölüm polisiye dizisi izledikten sonra kendime “neden yabancı izleyince kendimde bir şeyleri değiştirmem gerektiği hissine ka...