31 Aralık 2018 Pazartesi

Dizi mi Podyum mu? | Bir Söylem Olarak Kostüm

Dizinin belkemiğini oluşturan karakter, kendini tarzıyla gerçek kılıyor. Öte yandan bir karakterin “oturması” kavramı da bu tarzın tutarlılığına bağlı oluyor. Tarz ne kadar gerçekçi olursa karakteri de o kadar benimsiyor, konuya o kadar inanabiliyoruz. Tarz yaratımı, karakterin mekânı, eşyaları (dekor), kıyafetleri (kostüm) saç ve makyajına kadar tüm detaylarla birlikte tamamlanıyor.
Çok keskin bir ayrım olmamakla birlikte, yabancı dizilerin ticari markaların tanıtım ve reklam mecrası olarak kullanıldığı örnekler yok denecek kadar az. Modanın etkin olduğu en ünlü örnek, 90’ların Sex and the City dizisiydi. Carrie Bradshaw’ın ayakkabı tutkusu dizinin konusu kadar ilgi çekiyordu. Ana tema modern kent yaşamında kadın olduğundan, dizide modanın merkezde durması normal sayılabilir. Yine de bugün yerli dizilerde gördüğümüz ürün yerleştirme, Sex and the City dizisinin 90’larda hunharca yaptığı bir şeydi.
Yerli dizilerde kostüm meselesi, 80-90’lar arasında çoğunlukla oyuncunun temin ettiği veya kostüm ekibinin ve terzilerin elinde şekillenen, özel dikilen, modaya tutarlılık açısından örtülü biçimde bağlı olan bir konuydu. Her dizide kostüm ayrıydı. Zaten benzer kostümler olsa da pek ayırt edemeyebilirdik. O zamanlar yerli dizilerin tek derdi bir konuda sözünü söylemekti (aslında herkes gibi para kazanmaktı da bunun kolay yolunu kimse bilmiyordu). Olay nerede koptu derseniz, oraya geleceğim. Önce kostümü şekillendiren nedir, ona bakalım:

Rolün ve Dönemin Kısıtları

Bir dizide karakterin ne giyeceğini öncelikle mesleği ve karakter özellikleri belirliyor. Diğer bir kısıt da dizinin dönem dizisi olması. Resmi görevliyse çoğunlukla üniforma/takım giyiyor. 1940’larda geçen bir diziyse o döneme uygun kostümlerin hazırlanması gerekiyor. Bu kostümler özel dikiliyor ve inandırıcılığı da gerçeğe uygunluğuyla test ediliyor. Özetle dönem dizilerinin kostümlerini modaya uydurma veya tersinden izleyicide sahip olma isteği yaratma gibi bir iddiası olmuyor.
Yine de özellikle yerli dönem dizilerinde, sultanların giydiği elbiseler değilse de takıları, kullanılan dekor malzemelerden türetilen mobilyalar ve çeşitli detaylar, modaya yansıyan unsurlar oluyorlar. Muhteşem Yüzyıl dizisiyle beraber bir boya firmasının “kakule” rengi boya çıkarması ya da Hürrem’in saray kostümlerinin kına gecelerinin vazgeçilmezi bindallının yerine geçmesi bunun bir örneği olabilir.

Karakter Kısıtları

Polisiye dizilerde karakterler genelde sivil giyiniyor, rahat hareket edebilecekleri kıyafetleri tercih ediyor, modaya uymaya çalışmıyor. Görev beklemez çünkü. Arka Sokaklar ve tüm CSI benzeri diziler bu kapsamda değerlendirilebilir. Arka Sokaklar Aylin’in ayakkabılarının ya da Billions’ta Axelrod’un giydiği gömlek ve tişörtlerin markalarını bilmeyiz. Ama belki bir tarz olarak kısa topuklu botların ya da koyu renk bisiklet yaka tişörtlerin peşine düşebiliriz.
House of Cards’ta Frank Underwood “mühendis gömleği” olarak ünlenen kısa kollu kareli bir gömlek giymez. Claire de hiçbir zaman çiçekli uçuşan bir elbisesiyle Los Angeles sahilinde yürümez. The Blacklist’te Reddington o meşhur şapkaları “moda olduğu için” giymez. Yine de bir moda unsuru olarak Claire Underwood’un takımları ve sade kesim gömlekleri izleyicinin kendi tarzını belirlerken dikkate alacağı detaylar haline gelebilir.
Romantik komedi ve dram dizilerine gelince iş değişiyor. Karakterler mümkün olduğunca modaya uygun giyiniyor. Yabancı dizilerde yine karakterin tarzı, alenen modanın takibinin önünde, burada tarzıyla moda yaratan karakter unsuru daha ön planda tutuluyor. Gerçekçilik açısından gerekli görünen bu unsur, ticari boyutuyla değerlendirilince bizim sektörde kontrolden çıkıyor.
Yerli dizide modaya göre giyinmek, kostümün türünden kesimine, renginden markasına önem kazanıyor. Çünkü yabancı dizi sektöründe sponsor sorunu diye bir sorun yok. 2018 yılı biterken yerli dizilerimizin çoğunda zengin kadın karakter kesinlikle şu bel çantalarından taktı, fuları bileğine bağlayarak kombinini modaya uydurdu. Çünkü sponsor öyle istiyor… Yabancı ve yerli diziler arasında kostüm meselesindeki en önemli ayrım, sponsorun varlığı ve ağırlığından çıkıyor.

Ticari Kısıtlar

Yabancı diziler söz konusu olunca, bu başlıktan bütçe anlaşılıyor. Karakterin tarzı belirlendikten sonra, sezon boyunca konunun ilerleyişine göre kostüm, dekor ve benzeri tasarımlar da güncelleniyor, kurguya uygun seçimler yapılıyor. Başarılı yabancı dizilerde kostüm üzerinden mesaj verme kaygısı, ticari kaygıların önüne geçiyor. House of Cards’ta Claire Underwood’un son sezonda giydiği tüm kostümlerin taşıdığı bir mesaj var. Stilist Kemal Harris neden o mavi ceketin rengine “Presidential Blue” dediklerini ve Claire Underwood’un beş sezon boyunca tarzı pek değişmeyen gardrobunun ufak tefek dokunuşlarla dönüşmesinin altında yatan sebepleri uzun uzun anlatıyor.
Yerli dizilerde ise nurtopu gibi bir sponsor sorunumuz var. Yani dizinin çekilebilmesi için sermaye desteği gerekiyor ve bu konuda kostümle dekorun sponsorlar aracılığıyla sağlanması, bütçede oyuncu ücretlerinden sonraki en yüksek iki kalem açısından yapımcının elini rahatlatıyor. Yabancı dizilerde de sponsorlar mevcut ancak bunlar arasında, çekimler sırasında bölge halkına iş imkanı sağladıkları gerekçesiyle milyonlarca dolar bağışlayan eyalet/belediyeler bile bulunuyor. Bizde en büyük sponsorlar ise kostüm, dekor ve diğer ürünlerin üreticisi olan markalar.
Eskiden kostüm ekibinin bütün oyuncu kadrosu için yaptığı işi, zaman içinde kostüm ve stil tasarımı olarak ayrıştırıp markalarla işbirliği yapan stilistler ele aldı. Stil danışmanı, hem dizi kurgusu/konusuna uygun bir kostüm anlayışının belirlenmesi hem de ekran görünürlüğü daha fazla olan başrol oyuncularının kostümlerine daha fazla zaman harcanabilmesi (bunun ticari bir unsura da dönüşmesi) sebebiyle, dizilerin ayrılmaz parçası haline geldi. Şimdi, yerli dizilerimizin nasıl birer stil yarışmasına dönüştüğüne geçebiliriz.

Sıla Tokası – Şehrazat Küpesi – Eyfel Kulesi

Süper Baba’da Şevket Altuğ’un giydiği gömlekleri hatırlıyor musunuz? Markasını hatırlayan var mı? O gömlek yerine başka gömlek giyseydi, dizinin akılda kalıcılığı çok etkilenir miydi? 90’ların dizilerinde izleyicinin peşinden koşacağı kostüm/aksesuarların ortaya çıkışı, “kendiliğinden” bir meseleydi. Günümüzde kostüm bilinirliği ve kostümün bir metaya ya da ticari bir araca dönmesi konusu, diziden bağımsız olarak kurgulanan bir başlık. Yazımızın iddiası da şu ki diziler artık konularından bağımsız olarak tekstil ve mobilya/dekor dünyasının satışlarını arttırıcı birer platformdan ibaret.
İki örnek vereyim. İlki, başlıkta da adı geçen Sıla dizisinde Sıla’nın tokası, Binbir Gece’deki Şehrazat’ın küpesi ve bunların ardından gelen, metalaşmada geçişin bana göre sınırını oluşturan Aşk-ı Memnudizisinde Behlül Haznedar‘ın odasını süsleyen Eyfel Kulesi posteridir. Dizinin izlendiği dönemde sokak satıcılarından yapı marketlere kadar her yerde yok satan bu posterin bir kült haline geleceğini planlamamışlardı elbette. Ama Sıla ile Binbir Gece’den öğrendikleri bir gerçek vardı: İzleyici, dizideki kostüm, dekor, aksesuar gibi malzemelere ilgi gösterebiliyor, her dizide piyangodan çıkar gibi bir nesne “yok satabiliyordu.”

Dizi modası mı moda dizisi mi?

Aşk-ı Memnu’da Bihter’in yüzükleri de trend olmaya başlayınca, stil ekibi bir deterjan markasının reklamında çekimler sırasında kıyafetleri nasıl bembeyaz, tertemiz tuttuklarını, lekeleri nasıl hızlıca çıkardıklarını anlattı ve ticarileşmede yeni bir evreye girildi, ufukta gemi göründü ya da ip koptu.
Artık Siyah Beyaz Aşk dizisinde doktor Aslı’nın bileğine bağladığı fuların Ufak Tefek Cinayetlerdizisinde Merve’nin de bileğinde görülmesi esas olandı. Neredeyse tüm yerli dizilerde zengin karakterlerin kıyafet üstüne bel çantası takması da “moda oldu.” Ortalık “bu hafta hangi dizide kim/ne giydi, nereden kaça alınır?” başlıklı video ve blog yazılarından geçilmiyor. Karakterin oynadığı role göre öyle giyindiğini düşünmek yerine “bu Bahar da bir türlü bir tarz tutturamadı ayol” demek de moda oldu.
Dizilerin modasının peşine düştüğümüz günlerden, modaya uygun dizilerin çekildiği, hatta modanın dizisinin çekildiği günlere geldik. Artık sponsorlar bölüm sonu jeneriğinde akan yazı eşliğinde birer logo halinde yer almakla yetinmiyorlar. Ürün yerleştirmelerle bizzat bölümün içinde kendilerine ayrılan süreler var. Süper Baba’dan Ufak Tefek Cinayetler’e 20 yıllık bir pencereden şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Şevket Altuğ’un ne giydiğini hatırlamıyoruz ama Ufak Tefek Cinayetler’in geçen haftaki bölümünde birçok karakter bölüm boyunca aynı kıyafetleri giydi diye “sponsor elini mi çekti, final yakın mı” dedikodusu dolandı moda sitelerinde. Haksız çıkmadılar lakin…
Reytingleri düşen bir dizide böylesi bir şüphe duymak için konuya, kurguya en önemlisi de oyunculuklara bakmak gerekirdi. Karakterler defiledeymiş gibi her sahnede kıyafet değiştirmiş olsaydı da bir şey değişmeyebilirdi. Öte yandan, Ufak Tefek Cinayetler dizisinde başından beri iyi olan şey dekor ve mobilyalar, o takımıyla kabanı aynı renk kostümler ya da otomobil fiyatına aksesuar ve takılar değil, çoğu sahne tozu yutmuş oyuncuların gerçeği aratmayan performanslarıydı.

Eşi benzeri olmayan “designer” dizi

Son dönemde yerli dizilerle birlikte ortaya çıkan bir durum da kostüm seçiminde modanın büyük üreticiler ve markalar üzerinden değil, çoğunlukla özel tasarım çalışan ve ismini yeni duyuran “designer” kimseler üzerinden yapılması. Bir yandan dünyaca ünlü markaların Rihanna’dan Demet Akalın’a her köşe bucağa sirayet eden ürünlerinin dizi yerleştirmesi mutlaka yapılıyor. Böylece izlediğimiz karakterler de modaya uydukları için belki daha çok benimsiyoruz onları.
Diğer yandan birçok yeni “designer”, yerli diziler sayesinde Batı’dan başlayan modanın izlerini takip ederek kendine bir yayılma alanı buluyor. Böylece Gigi Hadid’ten Hadise’ye kadar herkesin üstünde gördüğümüz o ceketi alacağımıza ve pişti olacağımıza, o son bölümde Pelin’de gördüğümüz, kimselerde bulunmaz kürklü ceketle triko kazağı 1300 lira verip alıyoruz. Benzersiz ve tarz sahibi bi’kimse oluyoruz. Bir de bunun aksi oluyor tabii:
Yazımın finalinde sizleri çok sürprizli sahneler beklemiyor. Umulmadık şeyler de söylemeyeceğim. Sadece kişisel kişisel dertlenmek istiyorum: Sizce de bir dizide tam bir sahnenin ruhuna kapılmışken ortaya bir ürün yerleştirmenin çıkıvermesi ve karakterin repliğinin (hatta arkaplandaki müziğin bile) değişmesi tuhaf değil mi? Dizilerde karakterlerin ellerine tutuşturulduğu, tarzlarına göre oluşturulmadığı aşikar kostüm, aksesuar ve diğer her şeyden sıkılmadınız mı siz de? Stil yarışmasında İvanacığımın ve Nurellacığımın karşısında ter döken yarışmacı gibi her bölümde birbirinden renkli ve özel kombinlenmiş kıyafetlerle, oyuncuların podyumdaymışcasına rol kesmeleri artık kabak tadı vermedi mi?
O zaman benim gibi yapın; bunlardan sıkıldıysanız, dizi izlerken oyuncuların o sahneyi bir kot bi tişörtle (ya da eşofmanla) oynadıklarını hayal edin. Eğer sahne aklınızda kaldı, ruhu size geçtiyse ne âlâ, bilin ki oyuncu iyi, kurgu iyi, senaryo güzel. Basın alkışı…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sade Hayat Kumpanyası

Gülüşü güzel, dev aynasında  Masmaviydi gözleri. Gördüm. Elimi tuttu sonra, Kızıldı saçlarım, Sarı değildi onunkiler oysa. Sözleri bir çar...