13 Eylül 2016 Salı

sahi bayram neyimize?

bir sohbette konu ne zaman "acıların yarıştırılmasına" gelse, ben "acılara tutunmaya çalışarak" dörtnala kaçarım oradan ya, kaçamadığımda hep şunları duyuyorum; "gezmiyorum hiç, içim almıyor, mutlu olamıyorum. onsuz hayat zaten anlamsız, gezsem ne olacak keyif mi alacağım?", "...öldüğünden beri hiç tatil nedir bilmem", "kendimi temizliğe verdim, oyalanıyorum. yoksa geçmiyor acısı."

sizlere iki satır yazmadan önce içimden yazıyorum hep. önce çalakalem düşünüyorum. ne gelirse aklıma, şiir okur gibi ama, sanırsın arkadan bir tren düdüğü ve ardından acılı bir klarnet çalmaya başlamışcasına (arabesk forever). bazen de bir piyano oluyor. tatlı tatlı dinliyorum düşüneyazarken (çalışırken hep bir klasik müzik hayranlığı, hep bir senfoniler, opuslar). içime dişi bir yılmaz erdoğan kaçmış gibi şehirlerarası otobüsün camına dayadığım burnumla buhar yapıp sonra elimin ayasıyla bebek poposu çiziyorum zihnime (yahu bilmiyorum deme, bilmiyorsan da gel kışın ben sana öğretirim. kar yağarken eve tıkılmışsan güzel bir aktivite).

paragraf başlarını ayarlıyorum, cümlenin ilk harflerini hep büyük büyük yazıyorum (sonra küçülüyorlar inatla). tüm noktalama işaretlerim yerinde. susuyorum. beynimi susturuyorum sonra. o an düşündüklerim ve zihnimde sıraladıklarımla ilgilisi olmayan bambaşka cümleleri yazmaya başlıyorum size. işte bugünkü zihin trafiğim...:

sonra bugün bayram diye mezarlığa gittik. bana göre mezarlık ziyareti onlar gelemiyorlarsa biz gidelim tadında (eskiden değildi), sevdiklerimizle buluşup dertleşebilme imkanı. bana göre. her gittiğimde, önceki gidişlerime göre daha az acı ve üzüntü çekerek, daha fazla düşünüp tartarak, daha rahatlamış olarak bir iç huzurla çıkıyorum oradan. gidersem tek gitmek istiyorum ama işte olmuyor, ailecek gidiliyor. tuhaf konuşmalar geçiyor her yıl. her yıl giderek daha tuhaflaşan konuşmalar. bir yandan içim rahatlarken bir yandan devrelerim yanıyor...

mesela bugün, bir mezar taşında tanıdığın birinin adını görmenin ne kadar ürkütücü ve ağır olduğunu gördüm. mezar taşında Naile* yazıyordu. Naile ya, hani başkası hakkında şaka yapılınca karnını tuta tuta gülen ama espri kendisine dönünce kızan, hani devekuşu yumurtası görünce "kız arzuu bunun kuş gibi kanadı deve gibi boynu kafam kadar da yumurtası var diyerek bir yaşına daha giren", hani bir süre sonra pencere önü çiçeği gibi senin gelişlerini bekleyen, eve girdiğin andan uyuyacağı ana kadar öylece seni süzen Naile. hani "şirket kaça kuruluyor ki param var benim, vereyim de kur şu şirketi" diyerek sana işi gücü yaptıran Naile. hani saçını her kestirdiğinde ve modeli beğenmediğinde "amaan kökü sende ya boşver" diyerek ve bu mottoyu tüm hayata uygulayarak sana kimselerde bulunmaz bir kişilik özelliği kazandıran, hah işte onun adını mezar taşında görüp de ilk kez bu sefer aydım ben. zor geldi ne yalan söyleyeyim.

sonra bugün teyzem kendisi ve eşi için ayrılan yeri göstererek "bize de böyle gelip dua edeceksiniz değil mi" dedi. böyle dümdük. patadanak. ben mızmız çocuklar gibi yaa teyze yaaa deyince de "ama kızım hayatın gerçeği bu, alış, napacaksın" deyiverdi. derin bir nefes aldım. öyle ya, napacaktık? ne yapabilirdin?

sonra bugün, hiç tanımadığım birinin mezarı başında (henüz gelmemiş, birazdan gelir oturur öylece dediler) bir annenin hayatının bundan sonraki bütün kutlama, bayram, doğumgünü ve anmalarında asla ama asla mutlu olamayacağını, neşeli bir an yaşayamayacağını anladım. o annenin hayalini gördüm orada, bir mermerin kenarına seyirtmiş halde oğlunu seyrederken. ve biten hayatın gideninki değil arkasından bakakalanlarınki olduğunu gördüm.

sonra bugün doğum ve ölüm tarihleri aynı olan bir mezar taşına bakıp... yahu bir insan doğduğu gün nasıl ölür diye öyle bir süre mal gibi baktım.

sonra bugün, mezarlık yolundan çıkışa doğru yürürken teyzem etrafına bakıp anneme "nasıl da sakin sakin yatıyorlar, sessiz böyle ne rahat" deyiverdi. "öyle," dedi annem. öyleydi. hayat onlara sakin, onlara rahattı. bizdik dışarıda kalan, bizdik düşünen ve acı çeken.

gelelim fasulyenin faydalarına... her bayramda, anneler ve babalar gününde, "bayram benim neyime", "annem/babam öldüğünden beri bu gün benim en acılı günüm, mutluluk bana yasak" türünden her paylaşım, önce kalbimde bir yeri sızlatır, sonra acılara tutunmak yerine acıları yarıştırmayı seçen bu insanlardan hemen uzaklaşırım. mağdur edebiyatı, hayatı zehir eden, gayet sizden, gayet içinizden gelen, bize çok dokunmayan (çünkü kaçabiliyoruz) sizi mahveden bir davranış ve inanış biçimi. bırakın bunu hemen. kaçın. kaçılın acil yerinden. acı çekmeyin demiyorum. hayat acıdan ibaret olamaz diyorum.

mesela dün 18 aylık bebeklerini 5.kattan betona çakılırken gören aile kadar perişan, pişman ve parçalanmış olamazsın. mesela oğlunu gece geç saatte sokaklarda gezmeye salamazken kör bir savaşın kalpsiz cellatlarına kaptırmış bir annenin yerine geçemezsin. mesela babası hakkında en ufak bir hayali, düşüncesi, bilgisi ve fikri olmayan biri gibi, içinde asla var olmamış bir duyguyu ve yeri doldurmaya çalışamazsın. bunları yapamazsın, ama bizim için bir iyilik yapabilirsin. herkesin acıları var. herkesin bir kaybı. benim acım senin acını inan bana döver. o zaman lütfen sen de herkes gibi, acını kendi gününde ve saatinde yaşa. sürekli acı çekmen gerekiyormuş ve biz de zaten senin acıların üzerinden sana ne kadar acıyormuşuz/acımalıymışız gibi davranma.

bu bayram da öncekiler de sonrakiler de hepimiz için. birbirimizi sevelim, görüşemediğimiz yıllara inat bir araya gelip özleşelim, sarılalım, gezelim, ille çok eğlenmeyelim ama bari anıları tazeleyelim diye var. sonra yeni yerler var görülecek, yeni insanlar var tanınacak. bunlar olacak. inan o kaybettiğin ve uğruna hayatı kendine dar ettiğin insan da hayatta olsa kendin için iyi şeyler yapmanı, gezmeni, öğrenmeni, ilerlemeni ve mutlu yaşayabilmeni isterdi.

Babam da Naile de öyle isterdi. ben onların bana tembihlediğini yapıyorum.

gözyaşlarınıza saygım var. acılarınıza da. ama ne olur onların sizi esir almasına ve sonra altmış yaşına geldiğinizde birşey yapmaya da mecaliniz kalmamışsa sizi pişmanlık denizinde boğmasına izin vermeyin. dışarıda yaşanacak koskocaman bir hayat var...

*zamanında biri demişti, eve bir zarf gelmiş üstünde bir isim yazılı. yahu bu kim diye düşünmüş durmuş. sonra fark etmiş ki anneannesi. aman ya demiş, annem-babam anne dedi, dedem de hanım. ona ismiyle kimse hitap etmiyordu ki nasıl bileceğim. onun adı anneanneydi. işte o hesap, benim için de o hep anneanne veya yeğenlerine göre cicanneydi. Bir kez de adlı adınca kayda geçsin istedim.

*fotoğraf da bizim burada meşhur Sinop Cezaevi'nin penceresinden. hani hayatı kendine zindan edenlerin gerçek zindan görüntüsüyle kendilerine gelmelerini sağlayarak... aman ya hiç de bikerem. severim bu görüntüyü, ondan var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sade Hayat Kumpanyası

Gülüşü güzel, dev aynasında  Masmaviydi gözleri. Gördüm. Elimi tuttu sonra, Kızıldı saçlarım, Sarı değildi onunkiler oysa. Sözleri bir çar...