9 Temmuz 2018 Pazartesi

BDH Yazısı: Yerli Dizi Yersiz Kısa - Tam Başlıyordu ki Bitti!

Diziler hakkında yazmak deyince yerli dizilerle yabancı polisiyeler en sevdiğim. Ama ne yazacağımı öyle her seferinde hopadanak bulmak hiç kolay olmuyor. Ben istemez miyim Onedio tadında “yazlık dizi senaryosu yazma rehberi”, “Merve Aksak veya Faruk Boran gibi yaşamanın 10 kuralı” gibi yazılar yazayım, tıklanma rekorları kırayım? (İlki yazıldı da ikincisini yazsam mı?) Bir CSI konuşmaya mesela, bayılıyorum. İş yerlisine gelince, “Keep Calm and adam sapık çıktı Rıza Baba!”

Kendi kendine konuşan kamerası olmasa aslında iyi… Yok yok şaka. Kurgusu, oyunculukları, sürekli pompaladığı öz-feci-milli-popüler duyguları ile Arka Sokaklar, bundan âlâsını yapsaydı da sırf o kamera hareketi yüzünden izlenmezdi. Yani evlat olsa eldivenle sevilmez o kamera sarsıntısı yemin ederim. Ama reytingleri çok iyi görünüyor. Bir de fon müziğinin konuyu kapsayıcı sözleri bakımından Ufak Tefek Cinayetler ile yarışır.


Tabii ülkemizde kaliteli polisiye yapımlara nasıl davrandığımız belli. Behzat Ç, Şahsiyet, ağır gelir ortalama dizi izleyicisine Bu sözün, başlı başına ne kadar üstenci bir bakış olduğuna lafım yok. “Öyle herkesin anlayamadığı dizileri izlediğini” söyleyen kitleye terliğimi gösteriyorum. Oysa bunun, Şahsiyet ve Behzat Ç gibi dizilerin popüler kültüre doğrudan hizmet etmeyip kendi derdinin kaygısını güdüyor olmasıyla ilgisi var ama nasıl anlatacaksın. “Halk böyle istiyor” ne pis bir şeymiş ya kurtulamadık gitti. Anlıyorum, popüler kültüre hizmet etsin ki iyi satsın. Satsın ki “paranızı çıkarın”. Ama bir CSI olacağım diye, her sezonda ana karakterlerden birinin ölüp sonraki sezon geri geldiği, kadrosuna bebek olarak katılanın üniversiteden mezun olduğu, Rıza Baba’nın üçüncü emekliliğine yürüdüğü 12 sezon nedir ya?

Meyve suyu, kadın pedi, biri trend mi dedi?

Bize bir şey anlatmaya çalıştığını düşündüğümüz dizilerle tam olarak ne anlattığından emin olamadığımız diziler arasındaki fark, süreden çok daha fazlası: sanal veya gerçek, uzun ya da kısa, içerdikleri reklamdan kaynaklanıyor. Artık dizilerde reklam deyince “reklam arasından” bahsetmiyoruz. Buna ek olarak dizi kurgusu içerisine yedirilmiş, gizli kapaklı görünümlü açık reklamdan bahsediyoruz. Adına sanal reklam diyorlar, ürün yerleştirme diyorlar, hiçbir şey demeseler kurguda bir karakterin üstüne veya repliğine giydiriyorlar. Ne yapıp edip bize onu satıyorlar. Yani dizi izlemiyorsunuz, reklam arasında “bir şeyler” oluyor.


Damat olmak hiç bu kadar pahalı olmamıştı! Özcan Deniz’in (Faruk Boran) damatlığı, Aslı Enver’in (Süreya Boran) dört katı!

Dizi ne kadar iyi bir konu, kurgu ve akışa sahip olursa olsun, aslında konudan koptuğunuzun farkına varmıyorsunuz çoğu zaman. Ufak Tefek Cinayetler’de Arzu çocuklarına kahvaltıda ünlü meyve suyunu “anne kahvaltısının önemine vurgu yaparak” anlatıyor. (merak edenler için ürün yerleştirme konulu bu yazıda ilgili markanın çalışması ve videoları var) Biz annelerimize bunu mu salık veriyoruz? Orada kurgusal olarak Arzu’nun anneliğine vurgu yapılsa da X meyve sularının konumuzla ilgisi ne bilmiyoruz. Öte yandan Arzu, portakalı bahçesindeki ağaçtan toplayıp sıkar da içirir. Öyle organik öyle anaç biri. (Dimes öyle değil mi yani? Aşkolsun!)

Merve ise o debdebeli modern konağında, kıyafetlerini astığı askıyı bile ithal markadan seçerken, yatak odasındaki çekmecesinde kıyafetlerin üzerine öylece bırakılmış kadın pedi kutusuna uzanıyor, elbette Merve kadar zenginseniz pedinizi istediğiniz çekmeceye koyarsınız kardeşim size mi soracaktı? Ama Orkid, sponsor olarak dizideki tüm kadınların hayatına sirayet edip kâh Merve’nin çekmecesinden çıkıyor, kâh Nilay’a ünlü “kızgibi” kampanyasına gönderme yaparak sosyal mesaj verdiriyor. Yıllar önce de Boğaziçi Üniversitesi mezunlar gününü istila edip mezun kızlara mikrofonda Orkid reklam şarkısını söyletip yarışma düzenlemişti. Şimdi çok daha beter bir tüketim/reklam istilası altında her yer. İşte bunu, bir yerli dizi kurgusu içinde izliyoruz. Bir süre sonra kampanyaları hatırlıyoruz, konuyu değil.

birgün çocuğuna “ceketimi sattım da okuttum seni” desen yalancı çıkmazsın.

Tam bunu düşündüğüm anda, bakıyorum Pelin, oğlu Berk’e bir sürpriz yapacağını söylüyor, ama sonra görüyoruz ki asıl olay Masterpass reklamı, ardından da İstanbullu Gelin‘de de gördüğümüz meşhur şipşak fotoğraf makinesi. Ürün bir kez yerleşti ya artık herkes almalı. Yok satıyormuş. (merak edenler için sahnenin tamamı şurada). Yok, eğer sizler bunlara hiç takılmadınızsa tebrik ederim, markaların kaktırma reklamları başarısız oldu demektir ve umarım öyledir.

Sana 4 günümü verdim!

Başlıkta söylemeye çalıştığım şey tam olarak bu. Yerli dizi yersiz uzun diyoruz, dedik, çok mücadeleler verildi bu konuda. Nafile. Ve evet çok doğru bir tespit ve itiraz bu. Kim ister ki haftada 120-150 dakika çekim için neredeyse 6 gün çalışmayı; senaryoyu yaz, hazırlıkları yap, dekor ve kostümler gelsin, oyuncular hazırlansın, çekimler sabahlara kadar devam etsin, ışığı kaçırmayın, şu yemek masasında devrilen tabağı tekrar doldurun, yan açıyı alamadım… İkinci ekip, üçüncü sahne, beşinci tekrar… Aaa çocuk oyuncu sızmış ayol!

Ancak o yersiz uzunluğun içinde bize ne anlatıldığına bakarsak, ortalama 120 dakika süren ham dizi üzerine 60 dakika kadar reklam eklenince, o ham 120 dakikanın içindeki uzatmaları saymıyorum, yerli dizi aslında yersiz kısa. Bütün o sürede izlediğimiz asıl şey 30 dakikayı geçmiyor. Bir diziyi sezonunda izlerken öncesindeki özet bölümünü hatırlayın, aradaki reklamları çıkarırsanız bölümü 30 dakikada özetleyebiliyorlar. Demek ki aslında isteseler bize 30 dakikada dertlerini anlatabiliyorlar. Dolayısıyla, 120-180 dakika sürelerle ekran karşısında bir bölümünü izlediğiniz dizinin, sezon boyunca 30 kadar bölümü olsa, 5400 dakika yani 90 saatinizi (4 gün) harcıyorsunuz, çekerken bunun dört beş, belki on katını harcıyorlar. Peki, ne hatırlıyorsunuz?

Az. 90 saat izlediğimiz o sezonda, bize anlatılanın çok azını hatırlıyoruz. Çünkü zaten anlatılan da az. Markaların ürünlerini tanıtmak için eklenen replikler, ürün yerleştirme adına bozulan dekorlar, özellikle kadınların kıyafet, makyajları ile mobilya ve otomobilleri gösterebilmek için eklenen kareler, bekleyen sekanslar… Distopik harika Black Mirror’ı izleyin, tek bölümü bile anlatmak istediklerimi özetler. Dedim ya dizi izlemiyoruz. Ürün tanıtımları arasında bir şeyler oluyor.

Bu işin içindekiler ne diyor? Onlar rahatsız değil mi bu durumdan derseniz, şuradaki yazıdagöreceğiniz gibi yine işin ABD versiyonu mücadelesini sonuca erdirdi ancak bizdeki versiyonunda henüz bir kazanım elde edilmiş değil.

Eloğlu yapıyor abi!

Başkalarının örneğiyle karşılaştıralım. Arka Sokaklar dizisinin örnek aldığı, tipik Amerikan olay yeri incelemeli dizilerden CSI’ın her bir bölümü maksimum 1 saat sürüyor. 60 dakika. Bazı benzer diziler 45-50 dakikada da bitebiliyor. Arada onların da reklamları var, ancak toplamı bizdeki gibi 15’er dakikadan 4 set değil. Ürün yerleştirme ise bizdeki gibi hiç değil. En hoşuma giden farklardan biri, otomobillerin logolarını kapatmak diye bir şey yok. Vallahi yok. Bu sebeple biliyoruz elin istihbaratında resmi marka Chevrolet. Bunu bilmek şart mı? Hayır, ama üstü bantla kapatılmış halde izlemesi de çok komik olmuyor mu? Bir başka örnekte House of Cards – Claire Underwood (Robin Wright) hangi markaları giyiyor diye bir bakayım dedim, biraz zamanımı harcadım çünkü öyle online sitelerde şıp diye bulabileceğiniz türden tüketim ürünleri değilmiş, karaktere özel hazırlanıyormuş. Tasarımcısı Kemal Harris öyle söylüyor.)

bizde olsa o bilgisayar bantlanır. Çünkü sponsor olmadılar şef!

Bir yabancı dizinin sezonunda (ABD’de dizi sezonları türe göre 13-24 bölüm) ortalama 20 bölüm olsa, sezonda toplam 20 saatiniz ekran başında geçiyor. Aynı türde iki dizi, biri 90, öteki 20 saatte, şaşırtıcıdır ki aynı şeyi anlatıyorlar. Sadece sezonda 90 saat süren bizdeki örnekte, bu kadar uzun süreye konu yetiştirmek zor olduğundan, çoğu kez aynı şeyleri tekrarlayıp duruyorlar, varın siz hesaplayın. Boşuna demiyoruz; yerli dizide erkek jön formatı diye bir şey var: yakışıklı, genç, zengin, yerli marka giyiniyor, her gün saat değiştiriyor, çoğunlukla durarak koca bir holdingi yönetebiliyor ve sezonu kızın peşinden koşarak (veya kızı peşinde koşturarak) geçiriyor.

İşte o nedenle Arka Sokaklar örneğinde her sezonda biri evleniyor, öteki hastanede üç bölüm komada yatıyor, diğerinin eşine bir suçlu musallat oluyor, çocuğu kaçırılıyor ve bunlar her sezonda tekrarlanıyor. Kadro o kadar uzun süredir çalışıyor ki “Hüsnü’nün eşi Suat” sonunda emekliliğini ilan etti ve güneye yerleşti. Şener Şen – Müjde Ar ikilisini buluşturan efsane Ertem Eğilmez filmi Arabesk’in finalindeki nikâh sahnesinde Agah Hün’ün yaptığı konuşmayı hatırlayın, başlarına gelmeyen kalmıyor bu ekibin (Arabesk 1:27:22’den itibaren).

İyi de Arzu, çözüm sadece yabancı dizi izlemek mi? Elbette hayır. Yerli dizi izleyin. Çok eğlenceli yapımlar da var. Komedi demiyorum. Çekimi, oyuncusu, konusu ile keyifle izlenen diziler var. Ben Jet Sosyete’yi komedi olmasının ötesinde eğlenceli buluyorum. İstanbullu Gelin de öyleydi. Yalnız lütfen biri çıkıp da Yeni Gelin de öyle mi diye sormasın. O zekâmıza aleni hakaret.

Sana izleme demiyorum, hobi olarak gene izle

Yerli yapımların çoğunu ya düzenli olarak gününde ya da tekrarlarında, severek izleyemeyeceksem de hızlandırılmış haliyle video kanallarından izlerim. Fazilet Hanım ve Kızları’nın bazı bölümlerini böyle izledim. İzlemeye dayanamadıklarımı annem ve apartman komşularım özetler. Kanatsız Kuşlar, Kırgın Çiçekler ve Cennetin Gözyaşlarını da izlemiş kadar oldum. Diğerleri favori dizilerim. Şahsiyet, İstanbullu Gelin, Ufak Tefek Cinayetler, Siyah Beyaz Aşk, Söz… Bunları da reklamlarından arındırarak ve gözümüze zoraki sokulan ürün yerleştirmelerinden sıyrılarak izledim. Ama ama nasıl, nasıl yapıyorum bunu? İnsanlar “reklam arası dizi”lerle tüketim çılgınlığına boğulurken, ben Arzu nasıl oluyor da bunlardan etkilenmiyorum? Formülü veriyorum, o iş bende:

Bir yakın gözlüğüm var. Düşük numara. Yakın gözlüğü olarak dinlendirme fonksiyonu dışında pek bir görevi yok. Uzağa bakarken de hafif bulanık gösteriyor o kadar. Gözlüğümü takıyorum, tüm dikkatimi sadece karakterlere ve repliklerine veriyorum. Gözlerimi karakterin gözlerinden ayırmıyorum. Bir de televizyonun renk ayarlarını değiştirip siyah beyaz yapıyorum, kıyafetleri ayırt edemediğimden özenmiyorum da. Zaten bana göre, göz altı kremiyle kapatıcı ve aydınlatıcı bir ve aynı şey (ama haksızlık etmeyeyim kendime, Danla Biliç izliyorum öğreniyorum lakin dikkat! tamamını izlemek kalıcı beyin hasarına yol açabilir, ben uyarımı yapayım da. Muharrem İnce bile kendisini takibe almış öyle diyorlar. Yeni neslin ikonası keensi). Sonra Edip’in tiratlarını, Esma Hanım’la Osman’ın duygusal konuşmasını zevkle dinleyebilirim. Bu sayede, düğünde giydiği elbisenin değil markası, rengini bile anlamış değilim!
Keser döner sap döner, gün gelir (dizi ekibine: buraya dönerci reklamı alalım)

Evlere ve eşyalara gelince, içimden sürekli olarak “Arzu, aslında bunlar hep kiralık kız, bir günden bir güne oturmuşlukları yok valla bak, hayrını görmüyorlar. Hem Hulusi Kentmen demiyor muydu ‘çekimlerde en zor olanı zengin patronu oynayıp sonra minibüs kuyruğuna girmekti’ diye? Gariplerim üç öğün tabldotla karavanda hayat geçiriyor. Hem sende olsa bu ev bu eşya, düşün temizliğiydi bakımıydı, çok zor” deyip kendimi avutuyorum. Bu yolla, Sarmaşık’taki Merve’nin evine hayran olmayan tek kişi benim. Ne o öyle, sekiz oda dört salon, ana kapıdan içeri girmek için on sekiz basamak in (saydım), sonra iki kapılı modern avludan geç, bahçesindeki o çiçekler, kasımpatlar ve laleler … “Yirminci günde gübre şerbetini vermeyi” unuttun mu yandın! Valla solar hepsi kalırsın öyle. Zaten sen ki bir kaktüse bakmayı becerememiş insansın.

Unutmadan, başta bahsettiğim “Merve Aksak ve Faruk Boran gibi Yaşamak” konulu yazı için hazırlık olsun. Önce paragraf sonundaki linkten ulaşabileceğiniz bir alışveriş listemiz var, en az 3 ürün belirleyin. Bütçeyi de hazırlayın. Ben Borangillere göz atıp yakında gelirim müthiş listemle: Aksakgillerin mobilyaları

Yukarıdaki yöntem size uymuyorsa, tabii bir de sezonunda izlerken yorulanlar için, “online platformlardan reklamsız izleme” ve sanal reklamlar çıkınca kulaklarınızı tıkamak yoluyla daha az zahmetli bir yöntem de önerebilirim. Şahsiyet’i bu şekilde misler gibi izledim. Ama zaten onun kurgusunda bol reklamlı giydirmeler yoktu. Varsa da ben o kadar kaptırdım ki kendimi, bakınız Nevra’nın sponsorun markalı otomobilini sürdüğünü sezon yarısını geçtikten çok sonra anladım.

Uzun lafın kısası, ben de yerli dizi süresi kadar uzun yazımda, araya yerli dizi ve ürün reklamları da alarak, size iki satırlık bir konudan bahsettim; yerli dizi, yersiz uzun süresi içinde bize anlatabileceklerinin yerine tüketim çılgınlığına kurban edildiği için yersiz kısa… O zaman kapanış, online sitelerden altyazılı dizi izlerken atomu parçalayan tipolojiden gelsin: madem bu kadar kısaydı Twitter’da yazaydın, ne bekletiyorsunuz adamı? geri verin boşa giden son 15 dakkamı!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sade Hayat Kumpanyası

Gülüşü güzel, dev aynasında  Masmaviydi gözleri. Gördüm. Elimi tuttu sonra, Kızıldı saçlarım, Sarı değildi onunkiler oysa. Sözleri bir çar...