13 Mart 2015 Cuma

MÜSAİTİZ.EVET. Ne edeceğuk şimdi?

Bir arkadaşım aradı. “Zoruma gitti” dedi.
Dişi organlarıyla doğmuş şahıslardan biri (kendisinin müdürü), bir Facebook beğenisini görüp “ne zamandır kullanılır bu kelime, abartacak yer arıyorlar” demiş. Ve devam etmiş. “Bugün kadın tartışması sanal bişey. Ortaya eski meseleleri atıp duruyorlar. Kadın her zaman ezildi, laf yedi bu ülkede. Ne oldu? Kendini koruyan yine koruyor. Ne yani şimdi müsaitin anlamı mı değişti? Hep böyleydi. Üstüne alınırsan kabul etmiş oluyorsun aslında. Sen ben bu laflara muhattap değiliz. Uygun dersin olur biter” Arkadaşım, sesi titreyerek “sen,” dedi. “Böylesini duymuş muydun?” Sakin ol bebeyim, dedim. Neler duydum bir bilsen...

Bu yazı, hem arkadaşıma, hem de hayatı boyunca kadınlığı üzerinden gördüğü her türden baskıya sonuna kadar direnmiş tüm bacılarıma gelsin. Dişi kişilerden uzak durmayın. Burunlarının dibine kadar yaklaşıp şöyle deyin:
Müsaitim.Evet. Sen de müsaitsin. Ne edeceğuk şimdi?

Dedim ki adresini ver ablanın... Napıcan dedi. Çağıracağım meydana. Gel gel, şöyle ortaya gel. Tam burada dur ki kan eşit olarak dağılsın... Yaparım. Seri katilli polisiye bir romanın yazarıyım. Yekten gömerim... Şaka bebeyim şaka. Çakmağı çakar sonra seyrine bakarım. O beni tanımış olmanın ancak kırk yıl tövbeyle atlatılabileceğini anlayarak huzurdan çekilir. Ben kalırım kendimle başbaşa. Kırkındaki ben yapar bunu. Yirmisinde otuzunda yapmadı. Pişman şimdi. İşin gerçeği, onca zaman sonra, bu zihniyetle mücadelenin, aldığımız yol bakımından bir fayda sağlamayacağını, ancak onları bir şekilde durdurmanın ya da engellemenin geçerken bir çaresinin de bulunması gerektiğini düşünüyorum. Bu yüzden “müsait babandır!” diyebildiğim kadar, “müsaitiz evet, ne edeceğuk şimdi” demenin de bir anlamı var benim için.

Adını söyledi. Durdum. Ahanzi! Tanıyorum la ben bunu?!?!? Daha bir kötü oldum. Sanki tanımasam, daha az midem kasılırdı. Hani bir üçüncü sayfa haberinde, korkunç birinden bahsediliyor, haberin sonuna kadar kimliğini bilmediğin biri hakkında “bu nasıl bir yaratık” türünden hayretler içindeyken, adlı adınca eski bir tanıdık olduğunu öğreniyorsun da kanın çekiliyor ya. Sanki o korkunçlukları sana yapmış gibi. Ama aslında hiç tanımayınca o korkunçluklar da başkalarına yapılmış oluyor, sen bir temiz rahatlıyorsun. İşte bu türden bir yabancılaşmanın ürünü. Bu yabancılaşmaya yabancı olmayışımızın ürünü... Demek bunca yıldır orada öyle sinsice var oldun, yok yok aslında gözümüzün önünde, biz besledik seni.

Ulan dedim, biliyorduk bunların varlığını. Bunca yıldır dilimizin ucuna kadar geldiğinde söylemedik. İndirmedik baltayı. Pişmanım. Arkadaşım da pişmandı. Bunca yıldır, kadınından erkeğine, bugünkü ortamı bu kadar rahat kabullenebilecek, o ortamın içine yeniden doğabilecek, kendini bir çırpıda sıyırıp sisteme göre yeniden tanımlayabilme kapasitesine sahip insan sürüleriyle mücadele etmediğimize, bayrağı açmadığımıza pişmandık. Biz ki yaşadığımız bekar evimizde apartmandan bize gelecek bir lafı anında püskürtebilecek dirayette, aynı zamanda o lafı edenin cahil ya da geri bırakılmış aklını da anlayabilecek insanlık seviyesindeydik. Bu cehalet ya da geriliğin, nesilden nesile, uzun zamanda ama tamamen sistemsel, tamamen siyasi bir arkaplandan hortladığını biliyor, en azından zaman içerisinde bunu kavrayarak tavrımızı bunlar üzerinden koyabiliyorduk. Ama ötekiler? Biz bu dişi kişileri görmezden gelmişiz ya da belki besin zincirinde bizden epey uzağa düştüklerinden örümcek ağı zihniyeti de görememişiz. İnanamamışız belki de, bu kadar acımasızca kadınlık katili olabileceklerine. Yazının konusu biraz bu pişmanlığımız, biraz da artık bugün gelinen noktada susmanın, arkanı dönmenin asıl kendine atılmış en büyük kazık olduğunu bilişimiz...

Konu belli. Devletin dil düzenleyicisi, “müsait” kelimesine daha önce darbe dahil birçok kelimeye yaptığı gibi ayar çekmiş, buna da “müsait ne ayol?” ve “müsait babandır!” diye doksandan goller çakılmıştı hemen. Tek bu da değildi. Başka kelimelerle de oynanmıştı bir güzel. Artık müsait, uygun, serbest, kötü kadın... bunların hepsi bir ve aynı şeydi. Yakında kimbilir hangi kelimelere de böyle dadanacaklardı. Oradaydın, hazırdın, kolaydın, zaten haketmiştin. Özgecan da zaten mini etekle çıkmıştı sokağa... Senin haddine mi kadın olmak! Toplum mühendisliğine bak!

O dişi kişisi, benim de paylaştığım “müsait ne ayol” türünden mesajları okuyunca, “bu durumdan rahatsız olmak sen-ben gibilerin işi değil” demişti arkadaşıma. Demek istediği tam olarak “bir tulüm giyseydın, yürurken sallanmasaydin olurdı ama bizimla diiilsın” ile aynı “tandanstaydı.” (hadi hadi magazin seyretmiyirsiniz hiçbiriniz biliyirim). Ortam bu, yeni düstur bu, bas geç. Bu da aynı tandans. Biraz üstten yetmez ama evet, biraz aşağıda ortama uyceksin. Aslında, bizim gibi münasip insanlar demiş de, bu kısmı açmayacağım zira yazı bir parodi değil.

“Bunu mu demek istedin” tarzı bir insan olduğumdan ben de arkadaşımın kalp sızısına derman olacak bu yazıyı kusmak istedim dişi kişiye ve onun nezdinde tüm dişi organlarıyla doğmuş taklit kadınlara. Kusmak istedim, çünkü bu dişi kişi, hani ortalama gerici bir aklın ya da zaten hep böyle görmüş geçirmişliğin sonucu biri değil. Bir mahalle baskısından ya da kadınsı korkularından hortlatmıyor bu düşünceleri. Çok güzel şirketlerin pek renkli koltuklarından birinde oturuyor. Plaza perisi olarak arada evrakları imzalayıp kahvaltı öncesinde erkencikten reikiye yogaya gidiyor. Burjuva değil, kapitalist. Beynini sisteme satmış, bedeni kendine kalmış. Bildiğin kolalı beyaz yakalı. Ancak, “münasip” döpiyes tayyör değil tam tersi afilli ve janjanlı, dekolteli ve kışkırtıcı giyiniyor. Tarzımsın! Ama ne bakıyon sen ona kardeşim, o ekonomik özgürlüğünü eline almış, otobüse binmemiş ki taciz bilsin! Onun yaşadığı izole cennette üniversite bitene kadar ailenin condo tipi evinde kalınır, arkadaşlarla Pasha’ya gidilir, sevgiliye aşırı kapris yapılır ve diploma töreninden sonra nişan takılır. Nişandan sonraki gün artık geçmişin toz pembe bir düğün fotoğrafları albümüne tıkılır, hayat oradan başlar. “Çok aristokratsın” lafını iltifat olarak kullanmış biridir. Ben sana çakmayayım da kime çakayım? Arzederim...

Bak ablacım. Ortalama bir şirketin neredeyse her çalışanı, günde ortalama bildin beş bilemedin otuzbeş kez, karşı taraftaki “zamanını çalmak istemeyen” kişiye böyle der. Müsaitim evet, buyrun. Bu çalışanlardan bildin üçte biri bilemedin yarısı kadındır. Eskiden beri var demişsin ya haklısın, “müsait bir yerde incek var” senin hiç görmediğin toplu taşıma araçlarında kullanılan oldukça geleneksel bir ifadedir ve kadınlarla ilgili değildir. Dil düzenleyicisi, yaptığı basın açıklamasında, bundan öncekilerde dediğini demiş, bizden önce de böyleydi, biz değiştirmedik ki! Ha orda duracaksın. 80lerin sonlarını sizden öğrenecek değiliz! Flört, bizim bildiğimiz 80ler-90lar Türkiyesi’nin kadın ve erkeklerinin gözünde naif ve çok hassas bir konudur. Seçme ve seçilme hakkı verir, bu açıdan müsait senden daha bilincindedir kim olduğunun. Bu yüzden korkusu yoktur. Ortama göre pozisyon almaz. Kendini düzene göre tarif etmez. Öte yandan, bu topraklarda yeni türkiye düzeninden önce de var olan, senin de anlaşılan pek sevdiğin bir itelemedir “rahat ve müsait” kadın olmak. Halk arasında kullanımı olduğundan değil, siz örümcek kafalılar kendinizi aklamak için her defasında bizlerin üstüne basarak ve bize göre pozisyon alarak hareket ettiğinizden sözlüklere “sokuşturulmuş”, başka türlü söyleyeyim; bu yakıştırmalar halkımızdan değil sizden ve sizin yüzünüzden çıkmıştır.

Bak mesela “ağda” bizim Anadolu’da tatlının şerbetidir. Ayrıca çok ağır bir dille konuşmaktır. Sen cümle içinde kullanamazsın çünkü bildiğin tek anlamı saklamak zorunda olduğun bir gerçekliktir. Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Aziz Nesin ya da herhangi bir Anadolu yazarı okumuş olsan, “banal” bulmayıp 80 sonrası Yeşilçam yeni dönem filmlerini izlemiş olsan (Müjde Arlı Banu Alkanlı filmlerden bahsediyorum), böyle kelimelere ne kadar aşina olduğumuzu, ancak velev ki bir kez olsun kullanıldı ve biz bunu duyduk diye de hemen birşeylere yapıştırmayışımızın/yakıştırmayışımızın hem kültürel, hem bilimsel hem de dili kullanma becerisiyle ilgili olduğunu anlardın. Ne sanıyordun ablacım? Müsait ile bugün ima ettikleri şeyden utanacağımızı mı? Biz flörtün masumiyetinden öğrendik sevmenin kutsallığını. En azından kapalı kapılar ardında kapalı zarf usulü arttırmalardan geçmedik sizin kokuşmuş zihniyetiniz gibi. Ben müsaitim deyince hiç de başka çağrışımlara gark olmuyorum, ya sen? (not: müsait Arapça bir kelimedir ve ne kadınla ne flörtle alakası yoktur.)
“Korkma!” diyeceğim de “çok namüsait bir mahiyette tezahür eden” bir geçmişten geliyoruz biz bu topraklarda, uyarayım. Ama bu cümleyi guugıl transleytle dahi çözemezsin cicim. Zorlama.

Tamam, izolesin. Pamuklarda büyüdün. Sisteme entegresin ve sana bir şey olmaz. Peki ama şaşkınlıkla soruyorum. Kısa süre önce “şimdi ben çocuklara paralel kenarın karşılıklı açıları.... cümlesini nasıl kuracağım” diyen Zaytung’tan fırlamış öğretmen gibi mesela, saklandığın köşenden, “sizi dinleyebilirim, buralardayım” benzeri ağız değiştirilmiş yanıtlar vererek mi kurtulacaksın müsaitliğinden? Ya da ne bileyim, bir sorum olacaktı müsait misiniz dediklerinde tersleyecek misin NEMÜNASEBET! diye? Şaka değil, metastaz bu durum. Belki hafif bir kahkaha ile “ay sorma yahu, çok şükür müsait değilim gerçi, istediğimiz gibi konuşamaz olduk!” dersin. Ofiste müsait, uygun ya da darbe diyenlerden beş lira alır Ikea kavanozuna atar, birikenle mojito içersiniz siz bir de! Mesele trending topic ya anam! Olur oluur. Sen bu kadar çürüksün çünkü.

Sorun, adıgeçen aklın konuyu anlamaması, kendini tanıyamaması, örneklerin herhangi biriyle karşılaşmamış olması, fanusta büyümesi ya da genel olarak “bizim gibi solcu-kadınlaşamaması” değil, kadınlaşıyorum derken insanlığından uzaklaşmış olmasıdır. Kendi ilerlemesini, kurallar ve normlar (aslen dayatmalar) çerçevesinde tamamladığını düşünürken, tüm hemcinsleri arasından sıyrılarak yalnızlaşmanın ileride ona ödetebileceği bedelden bihaber olması, dahası geçmişten gelen gücü sayesinde bundan korkmamasıdır. Sorun, bu tipolojinin yaşama hakkını salt kendinde görmesidir.

Böyle bir zihniyet, Üresinler, Elönüler ve daha niceleri özellikle kadına ve insana dair ne varsa kendi kadınlıklarından utanmadan hem de, yerlere indirirken görmezden geldi. Çünkü bahsi geçen kadın kendisi değildi. Böyle bir zihniyet, dayaktan ya da tecavüzden ölen kadınların haberini üçüncü sayfalardan bile okuma zahmetine katlanmadı, görmezden geldi. Çünkü o kadınlar onunla aynı gezegende yaşamıyordu. O, bir hemcins olarak Ancelina Coli’ye daha yakındı. Ona göre, bu kadınlar belki de ölmeyi haketmişlerdi. Bu zihniyet işte, bugün tüm beyaz yakalı çarkın dişlileri arasında, oluşturduğu steril ortamda, verilen mücadeleyi dışarlıklı bir akılla eleştirebilir hale geldi. Çünkü ona dokunamazlar. Senin Elönülerden, Üresinlerden, senin Alçı’lardan veya daha birçoklarından ne farkın kaldı? Ne farkın vardı...

Ulan gebeş, senin haddine mi böyle düşünmek! Kaçımız dayaktan tecavüzden, işyerinde yolda tacizden kaçamayıp ölüyor, tepeden inme bu toplumsal aşağılanmalardan yaka silkerek direne direne yaşıyoruz biliyor musun? Ve kaçımız sana rağmen ve seni de bu direnişte kadın namına cümle içinde dahil ederek yola devam ediyoruz haberin var mı? Kaçımız senin yüzünden, senin izole dünyanda yarattığın o kar beyazı şatonda şuh kahkahalar atılırken, derin bir karanlığın içinde bir nefes için, ama boğulursak yine de başımız dik yürüyoruz? Senin haddine mi bizlerden birinin yanında durabilmek? Kızım sakin... Şimdi bir nefes al ve devam et.

Sonuna geldik mi mide bulantımızın. Güneş doğuyor... Tüm bunları, yıllardır içimde sakladığım dışa vuramadığım birikintilerimi bir çırpıda dile getirebilmek için yazdım. Tüm bunları, hemen hergün orada burada karşılaştığımız ve kafamızı çevirerek unutmaya çalıştığımız, bacımıza anlatıp içimizden atmaya uğraştığımız, günlük/klasik replikler arasından bir geçmiş hesabı çıkarmak için çekip aldım. İşin gerçeği, onca zaman sonra, bu zihniyetle mücadelenin, aldığımız yol bakımından bir fayda sağlamayacağını, ancak onları bir şekilde durdurmanın ya da engellemenin geçerken bir çaresinin de bulunması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü artık, savunma hattını aşma zamanı. Çünkü artık, yeter. Çünkü artık onlarla birlikte ve onlara rağmen ayaktayız. Bu yazı, hem arkadaşıma, hem de hayatı boyunca kadınlığı üzerinden gördüğü her türden baskıya sonuna kadar direnmiş tüm bacılarıma gelsin. Burunlarının dibine kadar yaklaşıp şöyle deyin:
Müsaitim.Evet. Sen de müsaitsin. Ne edeceğuk şimdi?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sade Hayat Kumpanyası

Gülüşü güzel, dev aynasında  Masmaviydi gözleri. Gördüm. Elimi tuttu sonra, Kızıldı saçlarım, Sarı değildi onunkiler oysa. Sözleri bir çar...