Bir arkadaşım aradı.
“Zoruma gitti” dedi.
Dişi organlarıyla doğmuş
şahıslardan biri (kendisinin müdürü), bir Facebook beğenisini görüp “ne
zamandır kullanılır bu kelime, abartacak yer arıyorlar” demiş. Ve devam etmiş.
“Bugün kadın tartışması sanal bişey. Ortaya eski meseleleri atıp duruyorlar. Kadın
her zaman ezildi, laf yedi bu ülkede. Ne oldu? Kendini koruyan yine koruyor. Ne
yani şimdi müsaitin anlamı mı değişti? Hep böyleydi. Üstüne alınırsan kabul
etmiş oluyorsun aslında. Sen ben bu laflara muhattap değiliz. Uygun dersin olur
biter” Arkadaşım, sesi titreyerek “sen,” dedi. “Böylesini duymuş muydun?” Sakin
ol bebeyim, dedim. Neler duydum bir bilsen...
Bu yazı, hem arkadaşıma,
hem de hayatı boyunca kadınlığı üzerinden gördüğü her türden baskıya sonuna
kadar direnmiş tüm bacılarıma gelsin. Dişi kişilerden uzak durmayın.
Burunlarının dibine kadar yaklaşıp şöyle deyin:
Müsaitim.Evet. Sen de
müsaitsin. Ne edeceğuk şimdi?
Dedim ki adresini ver
ablanın... Napıcan dedi. Çağıracağım meydana. Gel gel, şöyle ortaya gel. Tam
burada dur ki kan eşit olarak dağılsın... Yaparım. Seri katilli polisiye bir
romanın yazarıyım. Yekten gömerim... Şaka bebeyim şaka. Çakmağı çakar sonra
seyrine bakarım. O beni tanımış olmanın ancak kırk yıl tövbeyle
atlatılabileceğini anlayarak huzurdan çekilir. Ben kalırım kendimle başbaşa.
Kırkındaki ben yapar bunu. Yirmisinde otuzunda yapmadı. Pişman şimdi. İşin
gerçeği, onca zaman sonra, bu zihniyetle mücadelenin, aldığımız yol bakımından
bir fayda sağlamayacağını, ancak onları bir şekilde durdurmanın ya da
engellemenin geçerken bir çaresinin de bulunması gerektiğini düşünüyorum. Bu
yüzden “müsait babandır!” diyebildiğim kadar, “müsaitiz evet, ne edeceğuk
şimdi” demenin de bir anlamı var benim için.
Adını söyledi. Durdum.
Ahanzi! Tanıyorum la ben bunu?!?!? Daha bir kötü oldum. Sanki tanımasam, daha
az midem kasılırdı. Hani bir üçüncü sayfa haberinde, korkunç birinden
bahsediliyor, haberin sonuna kadar kimliğini bilmediğin biri hakkında “bu nasıl
bir yaratık” türünden hayretler içindeyken, adlı adınca eski bir tanıdık
olduğunu öğreniyorsun da kanın çekiliyor ya. Sanki o korkunçlukları sana yapmış
gibi. Ama aslında hiç tanımayınca o korkunçluklar da başkalarına yapılmış
oluyor, sen bir temiz rahatlıyorsun. İşte bu türden bir yabancılaşmanın ürünü.
Bu yabancılaşmaya yabancı olmayışımızın ürünü... Demek bunca yıldır orada öyle
sinsice var oldun, yok yok aslında gözümüzün önünde, biz besledik seni.
Ulan dedim, biliyorduk
bunların varlığını. Bunca yıldır dilimizin ucuna kadar geldiğinde söylemedik.
İndirmedik baltayı. Pişmanım. Arkadaşım da pişmandı. Bunca yıldır, kadınından
erkeğine, bugünkü ortamı bu kadar rahat kabullenebilecek, o ortamın içine
yeniden doğabilecek, kendini bir çırpıda sıyırıp sisteme göre yeniden
tanımlayabilme kapasitesine sahip insan sürüleriyle mücadele etmediğimize, bayrağı
açmadığımıza pişmandık. Biz ki yaşadığımız bekar evimizde apartmandan bize
gelecek bir lafı anında püskürtebilecek dirayette, aynı zamanda o lafı edenin
cahil ya da geri bırakılmış aklını da anlayabilecek insanlık seviyesindeydik.
Bu cehalet ya da geriliğin, nesilden nesile, uzun zamanda ama tamamen
sistemsel, tamamen siyasi bir arkaplandan hortladığını biliyor, en azından
zaman içerisinde bunu kavrayarak tavrımızı bunlar üzerinden koyabiliyorduk. Ama
ötekiler? Biz bu dişi kişileri görmezden gelmişiz ya da belki besin zincirinde
bizden epey uzağa düştüklerinden örümcek ağı zihniyeti de görememişiz.
İnanamamışız belki de, bu kadar acımasızca kadınlık katili olabileceklerine.
Yazının konusu biraz bu pişmanlığımız, biraz da artık bugün gelinen noktada susmanın,
arkanı dönmenin asıl kendine atılmış en büyük kazık olduğunu bilişimiz...
Konu belli. Devletin dil
düzenleyicisi, “müsait” kelimesine daha önce darbe dahil birçok kelimeye
yaptığı gibi ayar çekmiş, buna da “müsait ne ayol?” ve “müsait babandır!” diye
doksandan goller çakılmıştı hemen. Tek bu da değildi. Başka kelimelerle de
oynanmıştı bir güzel. Artık müsait, uygun, serbest, kötü kadın... bunların
hepsi bir ve aynı şeydi. Yakında kimbilir hangi kelimelere de böyle
dadanacaklardı. Oradaydın, hazırdın, kolaydın, zaten haketmiştin. Özgecan da
zaten mini etekle çıkmıştı sokağa... Senin haddine mi kadın olmak! Toplum
mühendisliğine bak!
O dişi kişisi, benim de
paylaştığım “müsait ne ayol” türünden mesajları okuyunca, “bu durumdan rahatsız
olmak sen-ben gibilerin işi değil” demişti arkadaşıma. Demek istediği tam
olarak “bir tulüm giyseydın, yürurken sallanmasaydin olurdı ama bizimla
diiilsın” ile aynı “tandanstaydı.” (hadi hadi magazin seyretmiyirsiniz
hiçbiriniz biliyirim). Ortam bu, yeni düstur bu, bas geç. Bu da aynı tandans.
Biraz üstten yetmez ama evet, biraz aşağıda ortama uyceksin. Aslında, bizim
gibi münasip insanlar demiş de, bu kısmı açmayacağım zira yazı bir parodi
değil.
“Bunu mu demek istedin”
tarzı bir insan olduğumdan ben de arkadaşımın kalp sızısına derman olacak bu
yazıyı kusmak istedim dişi kişiye ve onun nezdinde tüm dişi organlarıyla doğmuş
taklit kadınlara. Kusmak istedim, çünkü bu dişi kişi, hani ortalama gerici bir
aklın ya da zaten hep böyle görmüş geçirmişliğin sonucu biri değil. Bir mahalle
baskısından ya da kadınsı korkularından hortlatmıyor bu düşünceleri. Çok güzel
şirketlerin pek renkli koltuklarından birinde oturuyor. Plaza perisi olarak
arada evrakları imzalayıp kahvaltı öncesinde erkencikten reikiye yogaya
gidiyor. Burjuva değil, kapitalist. Beynini sisteme satmış, bedeni kendine
kalmış. Bildiğin kolalı beyaz yakalı. Ancak, “münasip” döpiyes tayyör değil tam
tersi afilli ve janjanlı, dekolteli ve kışkırtıcı giyiniyor. Tarzımsın! Ama ne
bakıyon sen ona kardeşim, o ekonomik özgürlüğünü eline almış, otobüse binmemiş
ki taciz bilsin! Onun yaşadığı izole cennette üniversite bitene kadar ailenin
condo tipi evinde kalınır, arkadaşlarla Pasha’ya gidilir, sevgiliye aşırı
kapris yapılır ve diploma töreninden sonra nişan takılır. Nişandan sonraki gün
artık geçmişin toz pembe bir düğün fotoğrafları albümüne tıkılır, hayat oradan
başlar. “Çok aristokratsın” lafını iltifat olarak kullanmış biridir. Ben sana
çakmayayım da kime çakayım? Arzederim...
Bak ablacım. Ortalama bir
şirketin neredeyse her çalışanı, günde ortalama bildin beş bilemedin otuzbeş
kez, karşı taraftaki “zamanını çalmak istemeyen” kişiye böyle der. Müsaitim
evet, buyrun. Bu çalışanlardan bildin üçte biri bilemedin yarısı kadındır.
Eskiden beri var demişsin ya haklısın, “müsait bir yerde incek var” senin hiç
görmediğin toplu taşıma araçlarında kullanılan oldukça geleneksel bir ifadedir
ve kadınlarla ilgili değildir. Dil düzenleyicisi, yaptığı basın açıklamasında,
bundan öncekilerde dediğini demiş, bizden önce de böyleydi, biz değiştirmedik
ki! Ha orda duracaksın. 80lerin sonlarını sizden öğrenecek değiliz! Flört,
bizim bildiğimiz 80ler-90lar Türkiyesi’nin kadın ve erkeklerinin gözünde naif
ve çok hassas bir konudur. Seçme ve seçilme hakkı verir, bu açıdan müsait
senden daha bilincindedir kim olduğunun. Bu yüzden korkusu yoktur. Ortama göre
pozisyon almaz. Kendini düzene göre tarif etmez. Öte yandan, bu topraklarda
yeni türkiye düzeninden önce de var olan, senin de anlaşılan pek sevdiğin bir
itelemedir “rahat ve müsait” kadın olmak. Halk arasında kullanımı olduğundan
değil, siz örümcek kafalılar kendinizi aklamak için her defasında bizlerin
üstüne basarak ve bize göre pozisyon alarak hareket ettiğinizden sözlüklere
“sokuşturulmuş”, başka türlü söyleyeyim; bu yakıştırmalar halkımızdan değil
sizden ve sizin yüzünüzden çıkmıştır.
Bak mesela “ağda” bizim
Anadolu’da tatlının şerbetidir. Ayrıca çok ağır bir dille konuşmaktır. Sen
cümle içinde kullanamazsın çünkü bildiğin tek anlamı saklamak zorunda olduğun
bir gerçekliktir. Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Aziz Nesin ya da herhangi bir
Anadolu yazarı okumuş olsan, “banal” bulmayıp 80 sonrası Yeşilçam yeni dönem
filmlerini izlemiş olsan (Müjde Arlı Banu Alkanlı filmlerden bahsediyorum),
böyle kelimelere ne kadar aşina olduğumuzu, ancak velev ki bir kez olsun
kullanıldı ve biz bunu duyduk diye de hemen birşeylere
yapıştırmayışımızın/yakıştırmayışımızın hem kültürel, hem bilimsel hem de dili
kullanma becerisiyle ilgili olduğunu anlardın. Ne sanıyordun ablacım? Müsait
ile bugün ima ettikleri şeyden utanacağımızı mı? Biz flörtün masumiyetinden
öğrendik sevmenin kutsallığını. En azından kapalı kapılar ardında kapalı zarf
usulü arttırmalardan geçmedik sizin kokuşmuş zihniyetiniz gibi. Ben müsaitim
deyince hiç de başka çağrışımlara gark olmuyorum, ya sen? (not: müsait Arapça
bir kelimedir ve ne kadınla ne flörtle alakası yoktur.)
“Korkma!” diyeceğim de “çok
namüsait bir mahiyette tezahür eden” bir geçmişten geliyoruz biz bu
topraklarda, uyarayım. Ama bu cümleyi guugıl transleytle dahi çözemezsin cicim.
Zorlama.
Tamam, izolesin. Pamuklarda
büyüdün. Sisteme entegresin ve sana bir şey olmaz. Peki ama şaşkınlıkla
soruyorum. Kısa süre önce “şimdi ben çocuklara paralel kenarın karşılıklı
açıları.... cümlesini nasıl kuracağım” diyen Zaytung’tan fırlamış öğretmen gibi
mesela, saklandığın köşenden, “sizi dinleyebilirim, buralardayım” benzeri ağız
değiştirilmiş yanıtlar vererek mi kurtulacaksın müsaitliğinden? Ya da ne
bileyim, bir sorum olacaktı müsait misiniz dediklerinde tersleyecek misin
NEMÜNASEBET! diye? Şaka değil, metastaz bu durum. Belki hafif bir kahkaha ile
“ay sorma yahu, çok şükür müsait değilim gerçi, istediğimiz gibi konuşamaz
olduk!” dersin. Ofiste müsait, uygun ya da darbe diyenlerden beş lira alır Ikea
kavanozuna atar, birikenle mojito içersiniz siz bir de! Mesele trending topic
ya anam! Olur oluur. Sen bu kadar çürüksün çünkü.
Sorun, adıgeçen aklın
konuyu anlamaması, kendini tanıyamaması, örneklerin herhangi biriyle
karşılaşmamış olması, fanusta büyümesi ya da genel olarak “bizim gibi
solcu-kadınlaşamaması” değil, kadınlaşıyorum derken insanlığından uzaklaşmış
olmasıdır. Kendi ilerlemesini, kurallar ve normlar (aslen dayatmalar)
çerçevesinde tamamladığını düşünürken, tüm hemcinsleri arasından sıyrılarak
yalnızlaşmanın ileride ona ödetebileceği bedelden bihaber olması, dahası
geçmişten gelen gücü sayesinde bundan korkmamasıdır. Sorun, bu tipolojinin
yaşama hakkını salt kendinde görmesidir.
Böyle bir zihniyet,
Üresinler, Elönüler ve daha niceleri özellikle kadına ve insana dair ne varsa
kendi kadınlıklarından utanmadan hem de, yerlere indirirken görmezden geldi.
Çünkü bahsi geçen kadın kendisi değildi. Böyle bir zihniyet, dayaktan ya da
tecavüzden ölen kadınların haberini üçüncü sayfalardan bile okuma zahmetine
katlanmadı, görmezden geldi. Çünkü o kadınlar onunla aynı gezegende
yaşamıyordu. O, bir hemcins olarak Ancelina Coli’ye daha yakındı. Ona göre, bu
kadınlar belki de ölmeyi haketmişlerdi. Bu zihniyet işte, bugün tüm beyaz
yakalı çarkın dişlileri arasında, oluşturduğu steril ortamda, verilen
mücadeleyi dışarlıklı bir akılla eleştirebilir hale geldi. Çünkü ona
dokunamazlar. Senin Elönülerden, Üresinlerden, senin Alçı’lardan veya daha
birçoklarından ne farkın kaldı? Ne farkın vardı...
Ulan gebeş, senin haddine
mi böyle düşünmek! Kaçımız dayaktan tecavüzden, işyerinde yolda tacizden
kaçamayıp ölüyor, tepeden inme bu toplumsal aşağılanmalardan yaka silkerek
direne direne yaşıyoruz biliyor musun? Ve kaçımız sana rağmen ve seni de bu
direnişte kadın namına cümle içinde dahil ederek yola devam ediyoruz haberin var
mı? Kaçımız senin yüzünden, senin izole dünyanda yarattığın o kar beyazı
şatonda şuh kahkahalar atılırken, derin bir karanlığın içinde bir nefes için,
ama boğulursak yine de başımız dik yürüyoruz? Senin haddine mi bizlerden
birinin yanında durabilmek? Kızım sakin... Şimdi bir nefes al ve devam et.
Sonuna geldik mi mide
bulantımızın. Güneş doğuyor... Tüm bunları, yıllardır içimde sakladığım dışa
vuramadığım birikintilerimi bir çırpıda dile getirebilmek için yazdım. Tüm
bunları, hemen hergün orada burada karşılaştığımız ve kafamızı çevirerek
unutmaya çalıştığımız, bacımıza anlatıp içimizden atmaya uğraştığımız,
günlük/klasik replikler arasından bir geçmiş hesabı çıkarmak için çekip aldım.
İşin gerçeği, onca zaman sonra, bu zihniyetle mücadelenin, aldığımız yol
bakımından bir fayda sağlamayacağını, ancak onları bir şekilde durdurmanın ya
da engellemenin geçerken bir çaresinin de bulunması gerektiğini düşünüyorum.
Çünkü artık, savunma hattını aşma zamanı. Çünkü artık, yeter. Çünkü artık
onlarla birlikte ve onlara rağmen ayaktayız. Bu yazı, hem arkadaşıma, hem de
hayatı boyunca kadınlığı üzerinden gördüğü her türden baskıya sonuna kadar
direnmiş tüm bacılarıma gelsin. Burunlarının dibine kadar yaklaşıp şöyle deyin:
Müsaitim.Evet. Sen de
müsaitsin. Ne edeceğuk şimdi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder